Birkaç hafta önce, arkadaşımla buluşmak için bana çok uzak olmayan evine doğru gittim ve yakınındaki bir çay ocağının önünde oturup beklemeye başladım.Gelip geçenler, etrafta oturanlar, esnaf esprileri; siyaset, futbol derken ciddi bir şekilde gündemde ne varsa hepsinin aslında herkes tarafından bilindiğini ve her kahvenin (kıraathane dememekte ısrar edilmesine benim de yapacak bir şeyim yok) aslında toplumun bütün dinamiklerinden temsilciler taşıdığını gördüm.
Yan masadaki gazetelere gözüm kaydı, uzanıp alırken tebessümle selamlaştık amcayla. 'Al evladım al, biz okuduk.' diyerek tanış olmayanların birbirine ısınma kanalı olan sıcak ve samimi tebessümle bir 'merhaba' idi bu. Bazen uzun yıllar tanıdıklarından bu elektriği alamıyor insan. Uzun yıllar süren bomboş süreçler…

'Sonhaber Gazetesi'ni de alabilir miyim?' diyerek amcanın dikkatini bir kez daha çekip 'Ne iş yapıyorsun sen evladım?' sorusuna sıra geliyordu. Köşe yazarları, televizyonlar, siyaset, emekli maaşı, memleketin tembelliği, çalışkanlığı derken 'Belediye' konusuna geldi. 'Benim adamım Ahmet Ataç evladım, ben Almanya'da da çalıştım, çok ülkede bulundum; sen de görüyorsun değil mi bambaşka bi adam olduğunu, öyle değil mi?' diye ısrarla masaya hafif yumruk vurarak sigarasından çekiyordu. 'Şimdi Almanya'da bu belediyeler de başka sistem, yasalar da, vilayetler de… Burada kanun öyle değil ama ona benzer çalışıyor Başkan, aklına gelebilecek her şeyi düşünüyor yani. Tamam, Türkiye'nin her yerinde belediye başkanları vatandaşın içine çıkar gezer falan ama iş yapacaksın, o işlerin de hesabını sorar gibi de dimdik çıkacaksın halkın içine.Sorumluluk da öğretiyor yani vatandaşa. Ahmet Ataç bizim oraya da geldi, net konuşuyor. Laf ola beri gele yok, bir şeyler izah ediyor; gözünün içine bakıp nasılsın diyor. Bu işler böyle, insan yerine koyuyor herkesi.Millet o gidince bir hafta onu konuşuyor. Önemli değil mi bunlar?'
Önemli olmaz mı Mehmet amcam diyerek detayları yakalayıp izahatına hayran kalarak onaylıyorum. 'Siyaset zor iş değil mi Mehmet amcam?' diyerek epey genel bir soru soruyorum. Gözümün içine bakıp tebessüm ederek 'Siyaset er meydanıdır. Bak yalan söyleyip, hatta hırsızlık yapıp da siyaset olur, bunlar ayıp şeyler ama kandırıldığını anlayınca çok geç oluyor. Ben şahsen Ahmet Ataç'ı Ankara'da görmek isterdim.Nasıl olur, olur mu bilmem. Karayalçın vardı, İsmail Cem vardı, bunlar gibi; Erdal İnönü gibi çok başka biri bu adam. Burada kalsa da iyi bir yandan, Eskişehir'in yolu açık, her şehir burdan örnek alıyor.' diyerek içindekileri yine doğru bir şekilde döküyor Mehmet amcam. Burada siyaset konuşurken tartışma olup olmadığını soruyorum Mehmet amcaya.'Olmaz mı, hem de nasıl ama öyle sert konuşmalar yok. Ben fikrimi derim o da söyler, biraz konuşulur. Kavga dövüş olur mu? Olmaz. Boşluktaki insanları kandırmak kolay, bir yerden girip kafaları yıkıyorlar. Böyle devam edip gidiyor.' 'Peki kutuplaşma olur mu, oluyor mu Mehmet amca?' diye soruyorum. 'Olmaz mı ben neler görüyorum. Valla ben yaşlı olmasam üstüme gelir bazıları. Eskiden böyle değildi. Ben ondan diyorum Ahmet Ataç diye.Bu adam konuşunca bak o başka taraftakiler de yumuşuyor. Hizmet, insanlık, güven... Bunları masaya yatırıp dimdik yürürsün sokakta… Kutuplaşma falan olmaz öyle durursan halkın önünde.Bir kişi çok şey değiştirir. Öyle değil mi?'
Hem de çok ciddi bir şekilde öyle; sosyal demokrasi, mağduriyetler, eğitim, gençlik, işsizlik, kadın hakları, toplumsal nezaket gibi konuların etrafında gelişme gösteren siyaset ve toplum ilişkisi Mehmet amcam ve sevgili Ahmet Ataç arasında çoktan anlaşılarak demlenmiş, oturmuş ve kimlikleşmiş. Bu hatırlar zor silinir,silinmesin de.Halka doğru yaklaşan gönüllere sevgi ve saygılarımla...