Daha önce gündeme getirdiğim bir konuyu tekrar sizlerle paylaşmak, kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum. Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı Türkiye NATO Boru Hattı Sisteminde çalışan emekçiler kriz ekonomisi içerisinde başta asgari ücret olmak üzere çalışma hayatındaki ücret politikaları tekrar tartışılmaya başlandı. Yapılan tartışmaları normal karşılamak gerekiyor çünkü asgari ücretin gelişmiş ülkelere nazaran çok çok geride olması ve Türkiye'de sadece ücret politikaları ve sosyal güvenlik sistemi üzerinde belirleyici bir unsur değil aynı zamanda mahkeme kararları, tazminat ödemeleri gibi birçok yasal düzenlemede de en önemli belirleyici durumunda olması milyonlarca çalışanın hayatını etkiliyor.

Asgari ücretin artması beklenilenin aksine özellikle kamuda çalışan ve daha önce asgari ücretin üzerinde maaş alan işçilerin önemli bir bölümünü de mağdur etmeye devam ediyor. Asgari ücretlilere yapılan ücret artışları kamu kesimindeki ücret pazarlıkları için baz oluşturuyor. Ve özellikle ücret pazarlıklarında masaya oturulduğunda her seferinde aynı cevap alınıyor; 'Kamu kesiminde ortaya çıkacak enflasyon üstü ücret artışları, enflasyonu körüklemesinin yanında bütçe açığını da artırır o nedenle size asgari ücrete yapılan zam oranında bir artış yapamayız.'!!

İşte bu yaklaşım özellikle kamuda çalışanlar arasında özlük hakları açısından hali hazırda var olan ciddi farklılıkları derinleştirerek arttırmaya devam ediyor. İş barışının bozulması verimliliğin azalması cabası. Yaptıkları işler açısından aslında stratejik bir konumda olan bunun da bilinmesine rağmen karşılığını uzun yıllardır alamayan ANT çalışanlarında olduğu gibi. Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı Türkiye NATO Boru Hattı Sistemi'nin NATO altyapı (ENF) programı çerçevesinde 1953 yılında inşasına başlanmış, 1959 yılında işletmeye açılmıştır. Mülkiyeti Millî Savunma Bakanlığı'na ait olan sistemin işletme, bakım ve muhafazası görevi 20 Mayıs 1957 tarih ve 4/9038 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir. Bu maksat için Petrol Ofisi bünyesinde Genel Müdür Yardımcılığı seviyesinde 'Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı' (ANT) kurulmuştur.

Petrol Ofisinin 21 Temmuz 2000 tarihinde özelleştirilmesinden dolayı ANT Başkanlığı, 13 Nisan 2001 tarih ve 4636 sayılı kanunla tekrar Millî Savunma Bakanlığı'na bağlanmıştır. ANT Başkanlığının iki ana görevi mevcuttur. Bunlar; Batı Bölgesinde Antalya'dan başlayarak Saroz ve Balıkesir'e kadar uzanan, Doğu Bölgesinde ise Mersin ve İskenderun'dan başlayarak Malatya, Diyarbakır ve Horasan'a kadar uzanan yaklaşık 3200 km'lik NATO Boru Hattı Sistemini ve üzerinde bulunan 58 adet pompa istasyonunu işletmek, bakım ve korumasını sağlayarak harbe hazır halde bulundurmak ve barışta ve savaşta Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Dış Takviye Kuvvetlerinin akaryakıt ikmalini sağlamak, 37 adet depolama ünitesinde Harp Stoklarını muhafaza etmektir.

Bu tanımlama ve anlatımlardan sonra kurumun önemi yeteri kadar anlaşılmıştır tahmin ediyorum. İşte bu kadar ciddi ve önemi işler yapan ANT çalışanları yıllardır üvey evlat muamelesi görmektedirler. Kamuda yaptıkları işler dikkate alındığında korunması hatta diğer kamu çalışanlarından farklı bir yere konulması gerekirlerken kurum çalışanları başta ücretler olmak üzere birçok kamu kurum çalışanlarının yararlandığı özlük haklarının çok çok gerisinde hayatlarını idame ettirmektedirler. Seslerini bağlı bulundukları Milli Savunma Bakanına kadar ulaştırmaya çalışmalarına rağmen 1997 yılından itibaren başlayan düşük ücret politikalarını değiştirmeyi başaramamışlardır. Bu da yetmezmiş gibi her sözleşme döneminde sorumlularca yukarıda verdiğimiz yaklaşımlarla adeta aldatılmışlardır. Hatta yok ara protokol yok ana protokol yapılacak denilerek umut tacirliği yapılmış ve her seferinde umutlar başka bir bahara kalmıştır. İşin teknik boyutunu, zorluğunu çekenlerin ve asıl kısmını yapanların ücretleri süründürülmüştür.

ANT çalışanları umutlarını mücadelesini sendika değiştirmek dahil birçok farklı alanda aramalarına rağmen bugüne kadar başarılı olamamışlardır. Kamu kurumları içerisinde yaptıkları işler dikkate alındığında ayrıcalıklı bir yeri olması gereken ve yıllardır seslerini bir yerlere ulaştırma gayreti içerisindeki ANT çalışanlarına kurumsal, kararlı, inançlı sendikal bir güç destek vermek zorundadır. ANT'nin yönetici kadroları da başta olmak üzere devletin yetkili organlarının bu sese mutlaka kulak vermeleri devlette istihdam edilen çalışanlar arasında yaşanan bu gibi haksız uygulamalara da bir an önce son önlemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde çalışanlar bakımından ne devlet adil devlet ne ANT başkanlığı adil bir başkanlık olacaktır. Ezilen de her zaman olduğu gibi emekçiler olacaktır.