Ermenistan adıyla anılan bölgenin Otoktan halklarından olmayan Hay Kavmi, bölgeye sonradan gelmiş ve tarihte bilinen ilk Ermeni siyasi yapılanması M.Ö. 6. yy'da Doğu Anadolu'da oluşmuş ve bir yüzyıl kadar yaşamıştır. Daha sonra M.Ö. 2- 1. yüzyıllarda kurulan Ermeni mahalli yönetimlerinin Artaşez ve Tigran dönemlerinde Roma'daki iç karışıklıklardan faydalanarak M.Ö. 93-66 yılları arasında sınırlarının genişlediği görülmektedir. Ermenilerin çizdikleri haritalarda sınırlarını bir hayli abarttıkları bu devlete Romalı general Pompei, Roma iç karışıklıklarını halleder halletmez son vermiştir. Dikran Boyacıyan, 'Ne kadar geniş olursa olsun, Ermeni Kilisesini aynı derecede ele almayan herhangi bir Ermeni tarihi, Ermenilerin gerçek hayatını ortaya koymayı başaramaz. Ermeni kilisesi ile Ermeni milleti o derece iç içedir. Birisi olmadan diğerini düşünmek mümkün değildir' demektedir.

Leon Arpee ise 'Ermenileri Ermeni yapan, onları var eden, koruyan ve farklılaştıran unsurun Hıristiyanlık' olduğunu ileri sürmektedir.

Gerçekten de Ermenilerin, Hıristiyanlık öncesi tarihlerine ve kökenlerine ilişkin bilginin çok sınırlı ve çelişkilerle dolu olması ve Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra hemen hemen bütün bir Ermeni tarihinin kilise çevresinde oluşan olaylarla ilgili oluşu da Boyacıyan ve Arpee'nin tespitlerini doğrulamakta ve Ermeni tarihi ile Ermeni kilisesi tarihini adeta özdeş olgular haline getirmektedir. Bu sebeple Ermeni tarihinin en önemli dönemecinin 4. yüzyılın başlarında Ermenistan olarak adlandırılan bölgede Hıristiyanlığın yayılması olduğu söylenebilir.

Aziz Gregor'un Ermeni Prensi Trdat'ı vaftiz etmesinin ardından bölgedeki Ermenilerin pek çoğu Gregor'un Hıristiyanlık anlayışı çevresinde kenetlenerek cemaatleşmişler ve Gregoryan Kilisesi merkezli bir kimlik kazanmışlardır. Ancak, bu cemaatin içinde yalnızca bugün Ermeni olarak adlandırılan Hay unsuru değil, Türk, Pers, Grek, Süryani gibi başka etnik unsurlar da yer almıştır. Nitekim, Trdat'ta Fars kökenli Arsasid Hanedanına mensuptur. Trdat'ın başında bulunduğu siyasi yapıyı oluşturan bölge halkı da çok karışıktır. İdareciler Fars kökenlidir. Bu yapının tarih kitaplarına Ermeni Krallığı olarak geçmesinin en önemli sebebi, bu yapının Ermenistan bölgesinde kurulmuş olmasındandır.

Prens Trdat'ın 313 yılında Milano Bildirgesi'ni ilan ederek Hıristiyanlığı serbest bırakan Roma İmparatoru Konstantine yakınlaşmak ve konumunu sağlamlaştırmak amacıyla Hıristiyanlığı kabul ettiği ve Aziz Gregor'a destek verdiği de söylentiler arasındadır.

Hıristiyanlığı kabul etmelerinden sonra Bizans'a yakınlaşan Ermeniler, İran'dan Hıristiyanlığı terk edip tekrar Zerdüştlüğe iman etmeleri konusunda büyük baskı görmüşler, hatta Ermenileri Hıristiyanlıktan döndüremeyen İran, onları asimile etmek için son çare olarak binlerce Ermeni'yi İran içlerine sürmüş, direnen çok sayıda Ermeni'yi de katletmiştir. Buna karşın Bizans, İran'da baskı gören Hıristiyanlar için müdahalede bulunduğu gibi, Ermeniler de dini bilincin güçlenmesine de destek olmuştur.

451 yılında yapılan Kadıköy Konsili'nde, Hz. İsa'nın tabiatı ile ilgili Diyofizit doktrinin kabul edildiği sırada Ermeniler, İran'ın kendilerini din değiştirmek suretiyle asimile etme politikası kapsamındaki baskılarına karşı, mücadele etmekteydiler. Bu dönemde İran'da ortaya çıkan Ermeni isyanları kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Ermeniler, İran'da yaşadıkları bu mücadeleler sebebiyle Kadıköy Konsili'ne temsilci gönderememişler, Bizans'ın bu mücadele de kendilerine yardım etmemesinin de etkisiyle 506 yılında Gregoryan Kilisesi ilk üç konsile olan bağlılığını ifade ederek, Kadıköy Konsili kararlarını reddetmiştir.

Kadıköy Konsili'nin aldığı kararların doğrudan doğruya ortaya koyduğu sonuç, Bizans merkezi ile devletin doğu bölgelerinin arasında bir uçurum açılması olmuştur. Bundan sonra Kadıköy Konsili'nin kararlarını reddeden Monofizit Gregoryan mensupları ile Diyofizit Bizans merkezi arasında kesintisiz bir zıtlık ve çatışma başlamış ve bu fikir ayrılığı Bizans İmparatorluğunun kilise ve din politikasında en önemli sorunlardan birini oluşturmuştur.

Ermenilerle Bizans merkezi arasındaki ideolojik kopuşun yanı sıra Ermenistan bölgesinin merkeze olan coğrafi uzaklığı da bu bölünmeyi kolaylaştıran bir etken olmuştur.

7. yüzyılın sonlarında ise Ermenistan bölgesi Araplar, Hazarlar ve Bizanslılar arasında bir mücadele alanına dönüşmüştür. Bu dönemde Ermenilerin Araplara yakınlaşmasından rahatsız olan Bizans'da İran gibi baskı ve sürgün politikası izlemeye devam etmiştir. Bu dönemde, bölgeyi kontrol altına almaya başlayan Arap yönetimi ise büyük ölçüde Bizansla çatışma halindeki bir mezhebe bağlı olmalarından ötürü, Ermenilere dini hoşgörü göstermiş ve serbestlik sağlamıştır. Özellikle, 8. yüzyıl Gregoryan Kilisesi için rahat siyasi şartların hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur.

Arap ordularının bölgeye gelmesinden sonra da Ermeniler Bizans hakimiyetinden tam olarak çıkmamışlardır. Ermeniler ve Bizans arasında mezhep ayrılığı dışındaki bir başka sorun da, Kiliselerin mülkiyeti sorunu olmuştur. Bizans yönetimi, kilise arazileri, binaları ve gelirleri yüzünden de Ermenilere baskı yapmıştır. Bu nedenle Ermeniler, bölgenin hakimiyeti için Bizansla çatışmaya giren Selçuklu yönetimine kiliseleri koruduğu ve ruhbanlardan vergi almadığı için sıcak bakmıştır.

Ortaçağ boyunca Roma ve Bizans kiliseleri Ermeni kilisesini kendi kiliselerine birleştirmek için bir çok teşebbüste bulunmuşlar, ancak bu girişimler monofizit Gregoryan Kilisesi'nin bağımsızlığından taviz vermek istemeyen ruhbanlarca engellenmiştir. Bu birleşme gerçekleşmeyince Grekler ve Latinler tarafından Ermenilere yönelik büyük bir baskı uygulanmıştır.

Ermenilerin yaşadıkları bölgeler, 11. yüzyıldan itibaren Türk hakimiyetine girmeye başlamıştır. Bizans'ın din ve kimliklerine uyguladığı baskıdan bunalan Ermeniler Malazgirt savaşında Bizans ordusunu terk eden ilk kuvvetlerden olmuştur. Bölgeye Selçukluların egemen olmasından sonra gerçekleşen Haçlı seferleri ve daha sonra Moğol istilası sırasında ise Ermeniler, yeni işgal kuvvetleriyle işbirliğine gitmişlerdir.

15. yüzyıldan itibaren bölge Osmanlı ve Safevi hanedanları arasında paylaşılmıştır. 19. yüzyılın başlarından itibaren ise bu bölgeler Ermeni kilisesinin de desteğiyle Rusya'nın kontrolüne girecektir. Osmanlı devletiyle Rus Çarlığı arasındaki mücadelenin önemli bir aracı haline gelen ve bu arada da emperyalist büyük güçlerin desteğinde bağımsızlık kazanmak isteyen Ermeniler, bu hayallerine Bolşevik İhtilali ile Rus Çarlığının yıkılması üzerine kavuşmuş ve tarihteki ilk bağımsız Ermeni devleti 28 Mayıs 1918'de kurulmuştur. İlk çalkantılarla dolu kısa bir bağımsızlık döneminin ardından Ermenistan Cumhuriyeti, 2 Aralık 1920'de Türkiye ile imzaladığı Gümrü Anlaşmasıyla aynı gün Sovyetler Birliğine dahil edilmiş ve bağımsızlık dönemi sona ermiştir. 70 yıllık Sovyet döneminin ardından Ermenistan, gerçekte Rusya'ya bağlı olmasına karşın 23 Eylül 1991'de resmen bağımsızlığını ilan etmiştir.

Günümüzde Ermeniler olarak bilinen toplumun Urartu, Hitit ve Trek gibi birbirinden apayrı kavimlerden hareketle kökenlerinin izah edilmesi ve birbirleriyle coğrafi bağlantıları bulunmayan bölgelerde tarih sahnesine çıkmış olmaları, bu halkın ırki menşei ile Gregoryanlik realitesinin birbirine karıştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Yaşadığımız gerçek, bir ırkın bir mezheple yanlışlıkla doğal bir tarihi ve sosyokültürel sürecin sonucu olarak özdeşleştirilmesi olayı değildir. Ermeniler, Gregoryan inancı taşıyan her toplumu Ermenilik adına sahiplenme stratejisini gütmüşlerdir. Buradan hareketle de Gregoryan Kilisesi cemaatinin sahip olduğu kültürel ve ekonomik potansiyel ile, çok kere de mahalli örgütlenmeler ve yerel güvenlik güçlerini Ermeni Milliyeti adına sahiplenmişlerdir. Bütün bunlardan sonra Ermenilerin ve Ermenistan'ın tarihi kökenleri hakkındaki tartışmalar netleşebilir (Devam Edecek).