İzmir'deki deprem aslında tüm Türkiye'ye ders olmalı.

Başta valiler olmak üzere yerel yönetimler şehirlerin deprem master planlarının çıkarılması için, meslek örgütleri el ele hareket etmeli.

1999'da meydana gelen depremde Eskişehir'de 86 kişi enkaz altında can verdi.

En çok ölüm de Tarhan Apartmanında yaşandı.

Son olarak geçtiğimiz cuma günü İzmir Seferihisar Merkezli depremde ise 111 kişi hayatını kaybetti.

İzmir'in Bayraklı, Seferihisar ve Bornova ilçelerinde 17 bina yıkıldı.

Demek ki Marmara depreminin üzerinden 21 yıl geçmiş olmasına gereken dersi almamışız.

* * *

1999 Marmara depreminden sonra imar yasalarında bir dizi değişiklikler yapıldı. Depremin ardından yapıların depreme dayanıklılık esasları ve denetim kuralları değiştirildi. 2007, 2012 ve son olarak 2019 yılında yönetmeliklerde ciddi değişikliklere gidildi.

Jeoloji Mühendisleri Odası, 1999 yılında yayımladığı raporda, can kaybını artıran en önemli üç unsuru şöyle sıraladı:

  • Aktif Fay Zonu: Aktif fay hattı önceden bilinmesine karşılık bu hat boyunca yoğun yapılaşma ve yüksek nüfus potansiyeli hasar ve can kaybını artırmıştır. Fay zonundan uzaklaştıkça özellikle yamaçlarda ve dağ eteklerinde hasarın olmadığı veya çok az olduğu görülmektedir.

  • Sulu Alüvyon Zemin: Bolu-Yalova arasında fay zonu ve yakın çevresi, son derece yumuşak ve gevşek tutturulmuş kil, kum ve çakıl depolarından ve alüvyon zeminden oluşmuştur. Bu tür zeminler mevcut deprem şiddetini birkaç misli artıracak olumsuz özelliklere sahiptir.

  • Yapım hataları: Bölge 1. derece deprem bölgesi sınırları dahilindedir. Hal böyleyken ve deprem yönetmeliklerine uyulması zorunlu iken, depremdeki ağır hasar ve yüksek oranlı can kayıplarının önemli bir bölümü de, yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işçilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğünden kaynaklanmaktadır.

* * *

Türkiye'de 25 milyona yakın yapı stokunun büyük bölümü kaçak ve ruhsatsız, mühendislik hizmeti almadan üretilmiş. Bu yapıların deprem güvenliği yok ve içinde yaşayanlar için ciddi boyutlarda tehlike arz ediyor.

Kamuoyunun beklentisi riskli yapıların yıkılma ya da güçlendirme çalışmalarının bir an önce tamamlanması, bir başka ifade ile yapı stokunun iyileştirilmesi doğrultusundayken, riskli yapıların mevcudiyetini devam ettirecek şekilde İmar Barışı ilan etmek deprem tehlikesine açık davetiye çıkartmak dışında bir sonuç doğurmayacaktır.

* * *

İşte tam bu noktada Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt'un serzenişini okudum.

Sonuna kadar haklı…

Bu tür hassas konulardan yıllardır hem belediye başkanları hem de İMO, Jeoloji, Jeofizik Mühendisleri Odaları rahatsızlıkları zaman zaman gündeme getiriyorlar.

Ancak duyması gerekenler ya kulaklarını tıkayarak duymazdan geliyorlar, ya da 'siz ne derseniz deyin biz bildiğimizi okuruz' diyorlar.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İmar Affı çıkarıyor, aftan yararlananlara yapı ruhsatları veriliyor ama belediyelere bilgi verilmiyor.

Ondan sonra da depremlerde binalar yıkılıp insanlar altında kalıp can verince yanlış olan bir şeyleri düzeltmeye çalışıyoruz.

Ölen öldüğüyle kalıyor.

Sakat kalanlar yıllarca o acıyla yaşıyor.

Dişinden tırnağından artırdığı parayla ev sahibi olanlar ise Deprem Sigortası'ndan aldıkları parayla yeni bir ev dahi alamıyor.

HERKES SORUMLULUĞUNU BİLSİN
'99 depremi sonrası deprem yönetmeliği her şeyi düzeltmedi. Esas olan bence insanlarımızın bu işlere bakış açısı. Sadece para kazanmak amacıyla, sadece ucuza daha çok konut üretmek amacıyla hareket etmekten vazgeçmeliyiz. Herkesin sorumluluğunu bilmesi lazım. Mühendislerimizin, müteahhitlerin, yapı denetim şirketlerimizin, belediyelerin en çok da yasayı yapanların duyarlı olması gerekiyor. 39 kere imar yasası değişmiş 7 kere imar affı çıkmış son yıllarda. Bu kötü inşaatı teşvik ediyor. En son yapılan imar barışıyla şu anda Odunpazarı'nı ben bilmiyorum ama kaç tane binamız çürük kaç tane yapı kayıt belgesi aldı bunları bilmiyoruz. Yasal düzenlemeleri yaparken yerel yönetimleri dikkate almak zorundayız. 99 depreminden sonra yapılan yapılar sağlam mı o da değil… Esas olan yapıyı kontrol edebilmek, sıkı tutabilmek ne yazık ki yapı denetimle ilgili kanunlarda da belediyeleri ve mühendis odalarını dışlamış pozisyonda olduğumuz için kimin nasıl götürdüğünü şu anda bilmiyoruz'.
AMACINA ULAŞMADI
Yapı denetim şirketlerinin kurulma amacına ulaşamadığını vurgulayan Kurt, inşaatla ilgilenenlere şu uyarıyı yaptı:

'Yeni yapı denetim şirketlerinin elektronik ortamda dağıtım yapılması suretiyle iyileşme olacağı söyleniyor, inşallah olur. Ama yapı denetim şirketlerinin kurulması amacı daha bağımsız denetçiler tarafından bu inşaatların kontrol edilmesi idi ama ne yazık ki amacına ulaşmadı. Eskişehir'de de bize gelen şikayetlerden şunu görüyorum; herkes bir metre fazla yapmak istiyor. Artık bundan vazgeçin. Yapıyor, bitiriyor, iskan aşamasına gelinceye kadar belediyenin hiçbir dahili yok. Böyle bir düzenleme olmaz. Biz bu sefer isyan aşamasına gelince düzgünce bir inceleme yapalım dediğimiz zaman herkes tekrar ayağa kalkıyor. Bu konularda ben özellikle inşaatla ilgilenenleri, inşaat mühendislerimizi, mimarlarımızı ciddi göreve davet ediyorum. Bize bu tür konularda taviz isteyerek gelmesinler. Tersine onların bu yasaları koruması gerekiyor. Aksi takdirde daha çok İzmir, Düzce yaşarız. Ben bir daha yaşamak istemiyorum'.
BELEDİYELERDE OLMALI
Pazartesi günü ES TV'de Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Prof. Dr. Can Ayday ile İMO Başkanı Orkun Kılıç'ı konuk ederek İzmir'de meydana 6,6'lık deprem ve olası Eskişehir depremini konuşmuştuk.

O programda Can Ayday, 'Yapı Denetim Şirketleri'nde inşaat mühendisi var. Jeoloji Mühendisi de olmalı' diye öneride bulunmuştu.

Haklı. Hem de yerden göğe kadar.

Zemine göre inşaat yapılacak, ancak jeoloji mühendisi yok.

Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt'ta benzer bir öneride bulundu.

'Yapı denetim ile ilgili kurumların içinde belediyelerin de olması gerekir. Geçmiş dönemlerde belki yanlış örnekler olmuş olabilir belki farklı kayırmalar söz konusu olmuş olabilir ama şu anda hiçbir yetkisi olmayan bir yerel yönetim olmaz. Bunun değişmesi lazım. En çok TMMOB'un bu işlerin dışında bırakılması da doğru bir hamle değildir. Onlar bilimsel namusuyla, diplomalarının namusuyla hareket eden kurumlar ve o doğrultuda da tavır koyan kurumlar. İnşallah önümüzdeki süreci aşarız diye düşünüyorum'.

MÜTEAHHİT OLMAK İÇİN
HİÇBİR ŞEYE GEREK YOK

Türkiye'de elinde avcunda 5 dairelik inşaat yapacak parası olan herkes müteahhitlik yapabiliyor.

Hatta hiç parası olmayanlar bile.

Yapacağı daireleri peşin satıyor.

Topladığı paralarla da cebinden para harcamadan inşaat yapıyor.

Ticaret Odası'na gidip kayıt yaptırıyor, müteahhitliğe başlıyor.

İnşaatın projesini çizen Mimar ile binanın yapım aşamasında kontrolünü yapan, başında bulunan İnşaat Mühendisi bu işin okulunda okumuş, dört yıl eğitimi almış.

Ama hiçbir eğitim almayan, bir kursa, eğitime tabi tutularak belge almamış insanlar müteahhitlik yapıyor.

Kazım Başkan bu konuya da şöyle vurgu yapmış:

'Herkes müteahhitlik yapmasın. Berber olmak için diploma lazım ama müteahhit olmak için hiçbir şey gerek yok. Böyle bir ortam olmaz. Yüzlerce, binlerce inşaat mühendisi, mimar varken müteahhitliği başka türlü yapmayalım'.

* * *

Artık insanlar zemini sağlam, demirinden, çimentosundan ve diğer malzemeleri eksik kullanılmayan yani depreme dayanıklı binalarda oturmak istiyor.

Ancak buna nasıl emin olacak?

Burada bizlere de, yani konut alacaklara da önemli görevler düşüyor.

Alacağı konutun zemininin, yapısının sağlam olup olmadığını araştıracak.

Nasıl ikinci el otomobil alırken kaportasına, iç döşemesine, lastiklerine, anlamasak da motoruna bakıyor veya sanayi çarşısına giderek sağlam olduğuna emin olmak için birden fazla ustaya gösteriyorsak, ev almadan önce de belediyelere giderek binanın ruhsatı olup olmadığını, plan projeye uygun inşa edilip edilmediğini sorgulamalıyız.

Neden?

Hem verdiğiniz para çarçur olmasın, hem de olası bir depremden sonra enkaz altında kalmamak için.

* * *

Okullarda ve spor tesislerinde virüs

Dün bir arkadaşım telefon etti.

İki önemli vaka hakkında bilgim olup olmadığını sordu.

Birincisi Gazi Yakup Satar Meslek Lisesi diğeri ise Şehit Onur İlkhan İlkokulu'nda iki öğrencide COVİD-19 çıktığını duyduğunu, bunun doğru olup olmadığını sordu.

* * *

Bilgim yoktu.

Ama telefondan sonra birkaç yere telefon ettim.

Tatmin edici bilgi alamadım.

Arkadaşa telefon ederek bilgiyi doğrultamadığımı söyledim.

'Ben bu öğrenciler hakkında bilgi alıp sana tekrar döneceğim' dedi.

* * *

Yaklaşık yarım saat geçti geçmedi tekrar telefon etti.

Çocukların koronavirüs teşhisi konulduğunu öğrenmiş.

Gazi Yakup Satar Meslek Lisesi'nde koronavirüs teşhisi konulan öğrencinin komşusunun çocuğu, Şehit Onur İlkhan İlkokulu'ndaki öğrencinin ise hastalığa yakalanmış olduğunu işyeri arkadaşından duyduğunu söyledi.

Her iki öğrencinin de testleri pozitif çıkmış.

Bu çocuklara test yapılmış ve evlerinde 10 gün karantina altında kalmaları istenmiş.

* * *

Gazi Yakup Satar Meslek Lisesi'nde koronavirüs teşhisi konulan öğrenci ile Şehit Onur İlkhan İlkokulu'ndaki öğrencinin sınıflarındaki diğer öğrencilere de test yapıldı mı?

Yapıldı ise diğer öğrenciler de bir sıkıntı söz konusu mu?

* * *

Eskişehirspor Kulübü'nde altyapı antrenmanlarına yaklaşık iki ay önce başlandı.

Sıkıntılı bir dönemdeyiz.

Alt yapıdaki çocukların büyük bölümü sınıfları eğitim-öğretime açılmadığı için okula gitmiyor.

Velileri de 'okula gitmiyor bari spora gitsin' diye izin vermişler.

Antrenmanlar başladığı tarihten bu yana 5-6 çocukta koronavirüs çıkmış.

Hangi grupta çıksa 10 gün ara verilip tekrar başlanıyormuş.

* * *

Virüsün yeniden Pik (Zirve) yaptığı şu günlerde Millî Eğitim Bakanlığı'nın okulları eğitim-öğretime açması ne kadar doğru?

Okulda bir arkadaşından virüs kapan çocuk evde kaç kişi yaşıyorsa onlara da bulaştıracağını bilmiyorlar mı?

Biliyorlar.

O zaman çocuklar okullardan virüsü evlere taşısın da herkes virüse yakalansın ve böylelikle bağışıklık sağlansın mı diye düşüyorlar?

Virüsün şakası yok.

Belki çocukları çok fazla etkilemiyor ama birçoğumuzun evimizde yaşları ilerlemiş anneanne-babaanne ve dedelerimiz var.

Onlar için büyük risk değil mi?

Elbette ileri yaştakileri daha çok etkiliyor ama anne-babaları etkilemiyor mu?

Onlarda ciddi risk altında…

* * *

Geçenlerde Eğitim-Sen Eskişehir Şube Başkanı, okulların yüz yüze eğitime açılmasından duydukları endişeyi paylaşıp, virüsün daha da yaygınlaşabileceğinin altını çizmişti.

Dün iki okulda çıkan vakayı öğrenince kendisine hak verdim.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk önümüzdeki haftalar da okullardaki diğer sınıfları da eğitim-öğretime açabileceklerini söylediler.

Bırakın diğer sınıfları açmayı, yüz yüze eğitim yerine uzaktan eğitime devam edilmeli.

En azından 2021 yılının ocak ayına kadar devam etmeli.

Salgının seyrine göre ocak ayında tekrar durum değerlendirilmesi yapılarak, salgının riski azalmış olduğu görülürse o zaman açılabilir.

Ben hekim, sağlıkçı, eğitimci değilim.

Ama eğitimcilerin çoğu hem kendi hem de öğrencilerin sağlığı için yüz yüze eğitim yerine uzaktan eğitimin yapılmasını öneriyor.

* * *

İKİ KEŞİŞ

İki keşiş nehir boyunca giderken, nehrin karşısına geçmek için yardım bekleyen bir kadına rastlamışlar. Kadın yüzme bilmediği için çok korkuyormuş.

Keşişlerden genç olanı kadına yardım edemeyeceklerini çünkü inançları gereği kadınlarla temas kurmalarının yasak olduğunu söylemiş. Fakat kesişlerden yaşlı olan, genç kadına yardım edeceğini söyleyerek kadını sırtladığı gibi nehrin diğer tarafına geçirmiş.

Diğer keşiş bu durumdan hiç memnun olmamış. Ama kadın yardım ettiği için keşişe çok teşekkür etmiş, şükranını göstermek için tekrar tekrar önünde eğilmiş.

Keşişler yollarına devam etmişler. Yol boyu genç keşiş kendi kendine söyleniyormuş. Yaşlı keşiş dayanamayıp yaklaşık bir mil sonra sormuş:

– Neden hala söyleniyorsun, bir sıkıntın mı var?

Genç keşiş kızgın olarak cevap vermiş:

– Biz keşişiz; bir kadını sırtında taşıyıp karşıya geçirmek şöyle dursun, kadınlara bakmamız bile yasak. Nasıl böyle bir hareket yapabildin?

Diğer keşiş gülümseyerek cevap vermiş;

Ben o sırtımdaki genç kadını bir mil geride bıraktım. Sen neden hala kafanda taşıyorsun?

* * *

Hayat akarken her şeyi kendinize dert etmek size yük haline gelir. Geçmişte olan olaylar üzerine yoğunlaşmanın yükünüzü artırmaktan başka faydası olmaz. Yüzünüzü geçmişe dönmek yerine geleceğe bakmak ve ilerlemek gerekir.

* * * * *