Nefes almaya fırsat yok!
Gece gündüzü, gündüz geceyi takip ederken…
Bir koşturmadır gidiyor.
***
Yürüyüş yapmanın sağlık için ne kadar önemli olduğunu söyleyen tanıdık bir doktora,
'Ben zaten hep yürüyorum!' demiştim.
O da,
'O sayılmaz,' demişti.
'Neden?' diye sorduğumda, 'Sağa sola giderken yaptığın yürüyüşler sırasında kim bilir aklında neler dolaşıyor. Spor kıyafetlerini giyip boş bir zihinle yürümelisin,' demişti.
'Boş bir zihinle?'
'Evet.'
'Bu zor işte!' demiştim.
Geceleri dahi, ansızın uykudan uyandığımda, zihnimi bir şeylerle meşgul olurken yakaladığım çok olmuştur.
Hem de saçma sapan…
Hiç olmadık şeylerle meşgul olurken.
Okuduğum, okuyacağım kitaplar…
İzlediğim, izleyeceğim filmler…
'Tanrım! Ne kadar güzel bir karısı vardı adamın. Fakat işte, elindeki hazinenin kıymetini bilmemesi adamın, ne üzücü...'
Oysa ne adam var, ne adamın güzel karısı.
Hepsi sadece bir film...
Gerçek dışı.
Hayal.
Hiç olmadık şeyler.
Sonra yazdığım, yazacağım yazılar…
***
Yahut da o gün akşam vakti yorgun argın eve gelirken arabada dinlediğim müzik…
'Yaylı Çalgılar Dörtlüsü.'
Ya da viyolanın, genç kız çığlığını andıran yaralayıcı…
Yürek burkucu sesi…
Bütün bunlar kafama takılır.
***
Mesela bugün çarşıda iki genç kız gördüm.
İki masum çocuk…
Biri on üç on dört yaşlarında.
Diğeri biraz daha büyük…
Belki on altı, belki on yedi.
Üstleri başları...
Elleri yüzleri kir pis içinde...
Bir mağazanın duvarı dibine oturmuşlar ellerindeki bozuk, metal paraları sayıyorlar.
Dileniyor kızlar.
Avuçlarındaki beş para etmez bozuk paraları sayarlarken, fır fır dönen dünyanın farkında değiller.
Ve ellerindeki, saydıkları para beş on lira ya var ya yok.
Kızlardan büyük olan; ince, uzun…
Ve öyle güzel ki…
Kir içindeki yüzü pırıl pırıl…
Fakat…
Kadere bak!
***
Kimin aklına takılır bütün bunlar?
Benim!
Bunlar da değil de…
En yakınındakilerden…
Hiç ummadığın insanlardan yediğin dost kazıkları gelip takılır aklına.
Ne demişti Pir Sultan Abdal, idam sehpasına götürülürken?
'Şu eller taşı hiç bana değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni!'