Bir iki ay önce gazete haberlerinde, bir paşa kızının Esad Efendi'ye on ev hediye ettiği yazılmıştır. Esad Efendi, gerçi bunu yalanlamış, Şevki Paşa köşkünü Erbil'deki mülklerini satarak aldığını açıklamıştır. Fakat Erbil'deki dede, baba yadigarı dergahın mülk ve arazileri de bir emeğin ürünü değil, bağışlardan gelen servettir. Martin van Bruinessen'e göre Arazi Kanunnamesi çıkınca kurnaz tarikat şeyhleri tapu memurlarıyla işbirliği yaparak zavallı köylülerin arazilerini kendi üzerlerine geçirmişlerdir. Bruinessen'in sözünü ettiği uygulama, Abdülmecid devrinde çıkarılan, devlet tasarrufundaki miri arazilerin ilk defa özel mülk haline getirilmesini sağlayan 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi'dir.

Reis paşa ; 'Sizi ziyaret için hususi bir teşrifat usulünüz var mı?' diye dolaylı bir soru sordu. Esad Efendi ; yoktur efendim, dese de bu kutsal makamın bir protokol yöntemi vardı ; 'gelen misafirler önce selamlık dairesine alınır, oturup kahve içer, bilahare bendenize uşak gelip haber verir, vaktim müsaitse kabul ederim, değilse bazısını kabulden mazur olduğumu bildiririm'.

Soru ve cevaplar yavaş yavaş tarikat kültürünün manevi iklimine girmeyi zorunlu kılıyordu. Reis Paşa sordu ; 'Şeyh efendi, benim sizden şifahi olarak öğrenmek istediğim bazı noktalar var. Acaba tarikatın zahir ile alakası ne derecededir?' Esad Efendi ; 'Tarikatın zahir ile alakası yoktur efendim.' Reis Paşa ; ' O zaman şunu sorayım sizden, tarikatın esasını teşkil eden vasf-ı mümeyyizleri nelerdir?' Esad Efendi ; 'Tarikatın mümeyyiz vasfı beş esastan ibarettir. Biri kalp, biri sır, biri ruh, biri hafa, biri imandır.' Reis Paşa ; ' Şeyh Efendi, bu 'sır' denilen şeyi daha açık olarak anlamak istiyorum. Nakşibendi tarikatı bu sırdan neyi murat etmektedir?' Şeyh Esad Efendi ; ' Sırdan maksat bir lütf-u ilahidir, bir nurdur. Ruh sağ memenin altındadır, sır da sol memenin ve kalbin üstündedir, göz bebeği misillû bir nurdur. Yani Nakşi tarikatı da bu esaslardan beşini tertil (usulüyle okuma) ediyor. Mesela bir kandil içerisinde su, yağ, fitil, kandil olur da bunda ışık olmazsa, nasıl ki o kandil şuasız kalırsa, o da böyledir, fakat kandilde ışık olursa bir ziya neşreder. İşte bu vasıflar arasındaki sırrın esası budur. Tarikatın ışığı demektir. Namaz, zikir tarikat değildir, ama o da bir nurdur.' Reis Paşa ; 'Mısır'da Sadık isminde bir kimseyi tanır mısınız?'. Esad Efendi bu ismi hatırlamakta gecikmedi ; ' Tanırım, budalanın birisidir. Elli altmış yaşlarında şuursuz biridir. Hindistanlıdır. Vehip Paşa'nın oğluna ders vermiştir.' Demek ki bu Mısırlı şuursuz adam, gönderdiği mektupta 'zaferin husulü için Esad Hoca'dan bir dua istiyormuş'. Esad Efendinin bu soruya verdiği cevap zihinleri zorlayacak niteliktedir ; 'Bu adam da muvakkat cinnet vardır. İstikamet yoktur!' Reis paşa buradaki 'muvakkat cinnet' sözünden hangi manayı çıkardı bilinmez ama, başka bir mektubun içinden başka bir soru daha çıkardı ; 'Bir de kıtmirü'l- bap imzalı bir mektup vardır, bu ne demektir?'

Esad Efendi tasavvuf ve fıkıh literatüründeki 'kıtmir' kavramının mahkeme salonuna taşınmasından rahatsız olmalı ki bu soruya karşın sessiz kalıp cevap vermedi. Reis Paşa da üstelemedi. Esad Efendi'nin bu susma hakkını, ayağa kalkıp söz alarak oğlu Mehmet Ali Efendi kullandı ; 'Paşa hazretleri, bu sualinize müsaade buyururlarsa ben cevap vereyim. Efendim, kıtmir köpek demektir. Böyle yazıldı, kendisini bilmeyen adamlar yazar.'

Mehmet Ali Efendi, mehdilik sıfatına görülür bir katkı sağlayan bu mitolojik yoldaşı örtmek istemiş olsa da, efsaneyi somutlaştırıyordu. Bunun ardından Reis Paşa Mehmet Ali Efendiye tarikatla alakasının devamını gösteren bazı mektupları okutturdu. Bu mektuplarda Esad Efendi kanunen kapatılmış olan tarikatı oğluna bıraktığını vesayet ediyordu. Reis paşanın bu sorularına Şeyh Esad Efendi şu cevabı verdi ; 'Kendisi için umumi değildir. Çünkü tarikat bizim yolumuzdur. Kaybetme, onu unutma demek istiyorum'. Şeyh Esad Efendi 21 Ocak tarihli celsede yargılanmış, 24 Ocak 1931 tarihli duruşmada da savunmasını yazılı olarak vermiştir. Zabıtlara geçen savunma metni şöyledir ;

'Paşa Hazretleri, aleyhimdeki sözleri dinledim ve hayrette kaldım. Bendeniz 60 seneden beri ibadet ve taat ile meşgul olmuş, daima ilm-ü irfan uğrunda yürümüş bir ihtiyarım. Bu sözler bana tuhaf geldi, acaba rüyada mıyım diye düşündüm. Bizim böyle şeylerle katiyen alakamız yoktur. Biz hükümetimize muhip ve mutiyiz. Hükümet zikretmeyeceksiniz, tarikat neşretmeyeceksiniz demiştir. Fakat evinize misafir kabul etmeyeceksiniz, kimseye kapınızı açmayacaksınız dememiştir. Ben de bunu yapmış isem o vakit diyeceğim kalmaz. Yine tetkik buyrulsun sabıkam varsa o vakitte kanunun emirlerine münkat olurum. Ben evime misafir kabul ediyormuşum ve nasihatlarım da fena maksatlara mebni imiş, bu iddia ne ile sabittir. Fiilen bir fenalık yapmış isem ne olduğunu ben de bilmeliyim. İhtimalat ile isnat kabul etmem, zaten ben böyle fena cereyanların ehli değildim. Burada da evvelce takdim ettiğim müdafaamı tekrar ediyorum. Aleyhimdeki iddialar vaki değildir. Evime misafir gelir beni ziyaret ederler, mevize olur fakat ben kanunen menedilmiş bir şey yapmam ve yapmamışım. Burada benim rahatım yok, uykum yok, ailesiz yaşayamam, perişan oldum. Merhametinize iltica ederim. Paşa Hazretleri bizim tercüme-i halimizi ekabir bilir, onlardan sorunuz. Size bir misal arzedeyim. Adamın biri oğlunu hoca aramak için göndermiş, çocuk, aramaya gittim fakat bulamadım demiş. Babası nerede olduğunu sormuş, çocuk da sinemada filan yerde aradım yoktu demiş. O vakit babası, hoca öyle yerlerde ne arar, sen hocayı camide arayaydın diyor. Biz de bu kabilden olmak üzere kendi ibadetimizle meşgul oluruz. Ben pir-i fani bir adamım, fenalık yapmak elimden gelmez, yüksek adaletinizin tecellisine intizar ediyorum'.

Mehmet Ali Efendi'nin Yargılanması

Şeyh Esad Efendi'nin gelecekteki halifesi ve oğlu Mehmet Ali Efendi'nin ara sıra babasının sözlerine müdahil olması dışında, zabıtlarda ayrı bir soruşturma metnine rastlanmaz. Babası yanında onun müşaviri gibi görünür. O da savunmasını 24 Ocak 1931 duruşmasında yapar. Her sorumluluğu İbrahim Hoca'ya yükleyecek ancak idam kararından kurtulamayacaktır. Savunması şöyledir ;

'Bendeniz pederimden ayrı bulunuyorum. Kendileriyle münasebetim yoktur. Tekkeler kapatıldıktan sonra sanatımla iştigal ettim. İddianamede bendelerini müşavir diye buyurdular, halbuki ne zikirlerden ne ayinlerden haberim var. Hükümetin menettiği bir işle meşgul olamam, çünkü seviyemiz buna müsait değil. Pederim benim amirimdir. Ben ona karşı hiçbir zaman bir şey diyemem. İbrahim Hoca ise benim sözlerimi dinlemez. Son defalar Manisa'ya gideceğim, dedi. Bendeniz de, oralarda tarikat işlerine dair bir harekette bulunur düşüncesiyle gitmesen iyi olur, tarikatla alakadar olursun ihtiyar pederim için zarar getirirsin, dedim. Dinlemedi, bendeniz Cibali fabrikasında enfiye mütehassısıyım. İstikamet ve dürüstlük yegane hedefimizdir. Dedikodularla katiyen alakadar olamam, evlad-ı ayalime otuz bin liralık servet temin ettim. Bana dervişlik, şeyhlik zarardan başka bir faide temin etmez. Ben Nalıncı Hasan namında kimse tanımam, böyle bir adamla da katiyen temasım yoktur. Masumum Paşa Hazretleri, adaletin tecellisine intizar ediyorum'

(Devam Edecek).