İki haftalık zorunlu bir aradan sonra, Kesit köşesinde tekrar okurlarla buluşmanın sevinciyle sağlıklı günler dileyerek başlıyorum söze.
Bilindiği gibi 'Mart, doğada umutların yeniden filizlendiği aydır…' Doğada filizlenerek baharı muştulayan umutlar, hemen insanların yüreklerini ve bilinçlerini de sarıverir. Bunun içindir ki insanlık tarihinin en coşkulu yenilikleri mart ayında tomurcuklanmıştır.
Ancak mart ayının değişken havası, tomurcukların titizlikle korunması ve geliştirilmesi sorumluluklarını da yükler insanlara.
SAĞLIK SORUNLARINA HASTANEDEN BAKIŞ
Bu köşede 16 Şubat 2021 Salı günü yayımlanan önceki yazımı, 'Eşimin tedavi sürecinde karşımıza çıkan yeni bir durum nedeniyle yazılarıma bir süre ara vereceğim. Sağlıklı günlerde Kesit köşemizde yeniden buluşmak dileğiyle…' diyerek bitirmiştim. Yaşadığımız bu iki haftalık zorunlu ara ve zorlu tedavi sürecinde, bizim sağlıklı yaşam umutlarımız yeniden tazelendi…
Ama bizcileyin yedi yılı aşkın bir süredir ülkemizin sağlık sorunlarına sıkça hastanelerde yatarak bakınca, 'Aşan bilir karlı dağın ardını…' dercesine 'Her şeyin başının sağlık olduğunu…' daha iyi anlıyor insan.
Öncelikle, 'Ülkemizde son yıllarda büyük özverilerle görev yapan tüm sağlık çalışanlarının en yüce takdiri hak ettiklerinin' altını kalınca çizmek istiyorum.
Bu fırsatla, eşimin son rahatsızlığının tedavisini titizlikle sürdüren ESOGÜ Tıp Fakültesi Üroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydın Yenilmez ve ekibine şükranlarımızı sunuyoruz.
Söz konusu olan 'toplum sağlığı' olunca da elbette diğer ayrıntılar önemini yitiriyor. Ama sağlıklı bir toplumsal yaşam için 'yaşadıklarımızı ve düşündüklerimizi paylaşmamız gerektiği' bilinciyle, yazamadığım günlerden bazı kesitleri birlikte irdeleyelim.
Ülkemizde 'Sağlık ve Demokrasi Sorunları' derinleşerek sürüyor. Salgına karşı alınan 'Anormal normalleşme kararları' toplum sağlığımızı yeni risklere sürüklüyor. Bu anormal durum, normal olarak her duyarlı yurttaşın aklına takılıyor. Çünkü ülkemizde salgın süreci ta başından beri 'bilimsel, demokratik ve açık/ saydam bir biçimde' yürütülmedi. Salgının çözümü 'sürü bağışıklığına' havale edilmiş durumda…
Sağlık konusunda bilimsel tedavi yöntemlerini uygulamakta beceriksiz olan tepemizdeki 'Anormal tek adam sistemi', demokrasimizi temelden yok edecek yöntemleri uygulamakta çok becerikli… Tüm yetkileri elinde toplayan anormal iktidarın, 'normal işlerin günahını muhalefete yüklemekte gösterdiği beceri' ise dünyaya parmak ısırtıyor…
Sözün özü ülkemizde 'Sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerimiz çok ağır hasta…'
Sağlık alanımızdaki hastalığı birkaç cümleyle tanılamaya çalışalım:
* Ülkemizde devlet bütçesinden sağlığa ayrılan pay düşüktür.
* Son yıllarda sağlık alanında özel sektörün payı artmıştır. 'Özel Hastaneler' attığınız her adımı parayla ölçüyor… Emekçileri ve emeklileri sözde koruyan SGK hükümleri, pratikte beş para etmiyor…
* 'Kamu hastanelerimizde' uzman doktor, yardımcı personel, teknoloji ve temizlik eksikleri açıkça sırıtıyor…
* 'Şehir Hastaneleri' tıpkı hormonlu sebzelere benziyor; görünüşleri şatafatlı ama içleri sağlığa ve bütçeye zararlı…
Sağlık alanımızdaki hastalıkların tedavisinde bilimin beslediği tomurcukların açılıp serpilebilmesi için, demokrasi ittifakının güçlenmesi gerekiyor.
AÇAMAYAN MART TOMURCUKLARI
Mart ayının Türkiye'nin ve dünyanın demokrasi tarihinde de önemli yeri var. Bunlardan mart ayında tomurcuklanan ama bir türlü gereğince serpilip gelişemeyen iki tanesini kısaca anımsatmak istiyorum.
İçi Boşaltılan Devrim Yasaları:
Cumhuriyet devrimimizin (özellikle laikliğin) kök salmasında ve güçlenmesinde çok önemli olan ve 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen 'Üç devrim yasası', ne yazık ki son yıllarda tamamen işlevsiz duruma düşürüldü. RTE/ AKP/ MHP iktidarının 18 yıldır adım adım ördüğü 'dinsel eğitim' uygulaması; eğitimin laik, demokratik, bilimsel ve kamusal içeriğini tamamen boşaltıldı. Dolayısıyla bu ülkede 'laiklik' artık sığınacak yer arıyor…
Ülkemizdeki son durum, 'Laiklik olmadan demokrasinin yaşayamayacağı…' gerçeğinin acı bir örneğidir. Bu acı örnekten, 'başta laikliği önemsemeyen radikal sol ve sözde liberal gruplar olmak üzere' tüm duyarlı yurttaşlar ders çıkarmak durumundadır…
8 Mart 1857'den Günümüze Kadınlarımız:
Kadınlara bağışlanan 8 Mart'ın tarihçesi, 8 Mart 1857 tarihinde ABD'de başlıyor. Yıllar sonra 1921 yılında Moskova'da düzenlenen '3. (Komünist) Enternasyonal Kongresine bağlı Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı'nda bu özel günün adı 'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' olarak belirleniyor. 16 Aralık 1977'de BM Genel Kurulu, 8 Mart'ın 'Dünya Kadınlar Günü' olarak anılmasını kabul ediyor.
8 Mart'ın gerçek adının 'Kadınlar Günü mü, yoksa Emekçi Kadınlar Günü mü olduğu?' tartışmaları uzun yıllardan beri yapıla gelmektedir…
Doğal olarak bu tartışmaların temelinde ideolojik/ politik anlamda farklı yaklaşımlar yatmaktadır. Bu tartışmalarda bir taraf 'Emek sömürüsünü kadın imajıyla kapatmaya çalışırken…', diğer taraf da ' Emek ayrımı yaparak, kadın hakları gerçeğini gölgede bırakıyor…' Yani kendileriyle ilgili özel bir günde bile kadınlar 'çifte kavrulmuş bir biçimde sömürülüyor …'
Özellikle günümüz Türkiye'sinde kadınlarla ilgili cinayet, şiddet, tecavüz, aşağılama gibi konularda dünya rekorları(!) kırılıyor… Ülkemizde kadınlarımızın toplumsal yeri de 'erkek-egemen bencilliklerden sonra geliyor…' Ne yazık ki toplum olarak 'Yılın 365 gününde kadınlarımızla yaşamı eşitçe paylaşmayı' bir türlü öğrenemedik.
Tüm kadınlara saygıyla konuyu Nazım'dan dizelerle bağlamak istiyorum: 'O benim kollarım, bacaklarım, başımdır./ Yavrum, annem, kız kardeşim, karım, hayat arkadaşımdır…'
Nazım Usta, bugünkü yazımızın başlığı olan 'umut' konusunu da öyle güzel bağlıyor ki: 'Ne fırtınalar koptu, benim hayat dallarımdan/ Hiç birinde vazgeçmedim umutlarımdan/ İçimde kıyametler kopsa da/ Ben baharıyım yarınlarımın/ Çiçek açarım her kışın ardından..!'
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…