Bir hafta önce marketten, pazardan aldığınız ürünün etiketinin bir hafta sonra değişmiş olduğunu görüyoruz.

Birkaç örnek verecek olursam.

Ayçiçek yağı.

İki ay öncesine kadar 5 kilogramı 38 ile 41 TL arasında idi.

Bugün aynı marka yağların 5 kilogramı 65-70 TL oldu.

Beyaz peynir.

Kilosu ortalama 20-25 TL idi.

Bugün 30-35 TL'ye yükseldi.

Mandıradaki sütün litresi üç ay önce 3 TL idi.

Bir ay önce 3 lira 50 kuruş, bugün ise 4 TL.

Gerekçesini sorduğumda, yem fiyatlarına yüzde 50'nin üzerinde zam geldiğini söylüyorlar.

Nohut üç ay önce kilosu 6 TL'ye satılıyordu. Şimdi ise 9-10 TL.

Kuru fasulyenin fiyatı cinsine göre değişiyordu.

8 ile 14 TL'ye bir kilogram alına biliniyordu. Şimdi ise 12 ile 18 TL arasında.

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

* * *

Gelelim pazara…

Pırasa 6 TL, ıspanak 6-8 TL, karnabahar 8 ile 10 TL, domates 10 TL, salatalık 6 TL, havuç 3 TL, kabak 7 TL.

Yüzüne kimse bakmazken, pandemi döneminde uzmanların bağışıklık sistemi güçlendiren besinler arasında gösterdikleri kırmızı pancarın kilosu 3 TL'den 6 TL'ye yükseliverdi.

Kereviz de aldı başını gidiyor. Kilosu 6 ile 8 TL arasında değişiyor.

* * *

Portakal ve mandalinanın en bol olduğu dönem…

Geçen yıl kilosu en fazla 3 TL idi.

Bugün ise yenilebilir mandalina ile portakalın kilosu 5-6 TL.

* * *

Artan fiyatlara yetişmek mümkün değil.

Sebze ve meyve fiyatları marketlerde daha da pahalı…

Pazarcılar Odası Başkanı Mehmet Çiçek, 'Bu sene kışlık ürün bol. Karnabahar, pırasa, ıspanak. Pazar ucuz. Vatandaşlar markette filesi 100 TL'ye dolduruyorsa, pazarda 50 TL'ye doluyor. Pazarda mandalina 2,5 TL. Markette 5 TL. Vatandaş pazardan sebze meyvesini markete göre yarı fiyattan alıyor' demiş.

* * *

Herhalde Mehmet Çiçek'in de pazardaki fiyatlardan haberi yok ya da düşük göstermeye çalışıyor.

Hangi pazarda mandalina 3-3,5 TL?

Yenilebilecek mandalina-portakalın kilosu 5 TL'den başlıyor.

* * *

Hafta sonları sokak kısıtlaması olduğundan cuma günleri pazara gidiyorum.

Geçtiğimiz hafta pazardan iki dolu fileyle eve geldim.

Filenin ne kadar ürün alacağını az çok hepimiz biliyoruz.

Eşime: 'İki filenin içerisindekilere sence kaç lira harcamışımdır' diye sordum?

'60-70 TL'dir' dedi.

110 TL harcadığımı söyleyince kendisi de şaşırdı.

* * *

Artık dar gelirliler ve emekliler akşamüzeri, yani pazarın kapanacağına yakın alışverişe gidiyor.

Çünkü pazarcı esnafı elindeki ürünü o saatlerde tezgahta kalmasın diye nerede ise alış fiyatına satıyor.

Benim gündüz 110 TL'ye doldurduğum iki fileyi 80-90 TL'ye dolduruyor.

O nedenle pazar alışverişini akşam saatlerine bırakıyor.

Bu arada akşama doğru çürüme, ezilme gibi nedenlerle atılan sebze ve meyveleri toplayanları görünce yüreğimizin ne kadar burkulduğunu da ifade etmek isterim.

* * *

Devleti yönetenlerde 2021 yılında uygulanacak asgari ücrete yüzde 10, memur ve emeklilere yüzde 7 mi, yoksa 8 mi zam verelim diye düşünüyorlar.

Emekliler dediğimde, geçtiğimiz günlerde Türkiye Emekliler Derneği Başkanı Arif Duru'nun gazetelere vermiş olduğu açıklama aklıma geldi.

Duru'nun açıklaması şöyle idi:

'Aldıkları emekli maaşları enflasyon ve market ile pazarlardaki etiket artışlarından dolayı yetmez oldu. Emekli maaşları ile geçinemeyen emekliler iş aramaya başladılar. 30-35 yıl çalışmış, emekli olmuş. Tam rahat edeceklerken ellerine geçen emekli maaşları ile ayın sonuna yetişemiyorlar. İş bulsalar çalışacaklar.'

* * *

Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor.

Pandemiden dolayı fiyatlar da birbirleriyle yarışır oldu.

Buna ne esnaf ne çalışan ne de emekliler yetişemiyor.

Görmesi gerekenler ise ya görmezden geliyor ya da 'artan fiyatlara yetişemiyoruz' diye bağıranların sesine, kulaklarını tıkadıkları için duyamıyorlar!

Sayın Cumhurbaşkanı, Osmanlı döneminin bazı padişahları gibi tebdili kıyafetle bir gün pazara giderse halkın aldığı maaşla nasıl geçinmeye çalıştıklarını gözlerinle görecek, kendilerinin hal hatırını sorduklarına kulaklarıyla şahit olacak.

* * *

Bu ayıp Eskişehirlilerin

Ziraat Türkiye Kupası'nın 5. Tur maçında Eskişehirspor Rize'de Rizespor ile karşılaştı. Maç sonunda yaşanan forma krizi Eskişehirspor'un içinde bulunduğu durumu gözler önüne serdi.

Maçtan sonra Rizesporlu Samudio, Es Es'in genç futbolcusu Buğra Çağlıyan'dan forma istedi. Buğra, Samudio'ya eliyle para işareti yaparak formasını veremedi.

Çünkü biliyordu ki, kulüpte forma sıkıntısı vardı.

Verse, belki de kulüp idarecilerinden azar işiteceğini düşündü.

Daha sonra Eskişehirspor Teknik Direktörü'nün araya girmesiyle Buğra, Rizespor soyunma odasına giderek Samudio'ya formasını hediye etti.

* * *

Bu ayıp ne Buğra'nın ne de Eskişehirspor Kulüp yöneticilerinin.

Geçen sezon Çifteler Belediye Başkanı Kadir Bıyık, formaları üstlenmiş yaptırıyordu.

Bu sezon forma sponsoru bulunmuş, Kadir Bıyık'a teşekkür edilmişti.

Ancak sponsor bulunmuş olmasına rağmen yine de forma sıkıntısı yaşanıyordu.

Bu nedenle futbolculara formalarını 'hatıra olarak' isteyenlere vermemeleri talimatı verilmiş.

* * *

Bana göre bu ayıp ne genç futbolcu Buğra'nın ne de Eskişehirspor Kulübü yönetiminin.

Bu şehirde kulübe forma yaptıracak en az 20-30 firma vardır.

Önceki gün Capital Dergisi- TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK 500 ŞİRKETİNİ açıkladı. Aralarında Eskişehir'den ETİ, ALP Havacılık, Beşler Makarna Un İrmik Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş, Yurtbay Seramik, Sarar, Has Tavuk gibi şirketler de bulunuyor.

ETİ'yi çıkaralım. Zaten forma reklamıyla desteğini veriyor.

Ya diğerleri?

Evet diğer şirketler en azından 5 takım forma yaptırmış olsalar kulübün ihtiyacı karşılanmış olurdu.

Diğer firmalar birer takım yaptırmış olsalardı kulübün forma sorunu olmazdı.

* * *

Eskişehirliler de Eskişehirspor'u gözden çıkarmışlar!

İçine saplandığı bataklıktan çıkmak için çırpınıyor, elini uzatacak kimse çıkmıyor.

Herhalde, 'elimi uzatırsam kolumu kaptırırım' diye korkuyorlar.

Bırakın İstanbul'da yaptırmayı.

Parasını verseniz Sarar bile maliyetine formayı diker.

Belki de o zaman, 'birer takımda benden olsun' der.

Bu ayıp Eskişehir'in ayıbı…

Tüm Türkiye'deki sporseverler 'Eskişehirspor bir formayı bile rakibine hediye edemeyecek duruma düşmüş' diyerek hem alay ediyorlar hem de üzüntülerini paylaşıyorlar.

* * *

Binaları sorgulayan sistem kurulmalı

Bir ayakkabı, pantolon, kazak, hatta bisiklet veya bir araba alırken kalitesini ve fiyatını araştırırız.

İkinci el otomobil alacaksak önce bir tanıdık ustaya götürür, daha sonra da ekspertize götürür ya da arabanın tüm geçmişini, bugünkü durumunu bir mesajla öğrenmeye çalışırız.

Peki, ev alırken manzarasını, oda sayısını, mevkiini dikkate alıyoruz da sağlamlığı konusunda aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz?

Buna 'evet' dememiz biraz zor.

Ev, daire alırken nelere dikkat etmeliyiz? Evin çürük ya da sağlamlığını nasıl anlayacağız? Araç alırken başvurduğumuz sorgulama sistemini binalarda uygulayamaz mıyız?

* * *

Örneğin inşaatı hangi mimar projelendirmiş, hangi mühendis, hangi firma inşa etmiş? Hangi yönetmeliğe göre hangi zemine yapılmış öğrenilemez mi? Binanın, dairenin durumu bir tuşla ortaya serilemez mi? Böyle bir sistem kurulamaz mı? Kurulabilir elbette… Bu sistemle insanların yeni binalarda oturmaları, eski binalardan, güvencesiz yapılardan uzak durmaları sağlanabilir. Böyle bir sistem, böyle bir altyapı pekala kurulabilir.

* * *

Ayrıca İzmir depreminde zemin katındaki kolonları kesilen binanın çökmesi, belediyenin, mimarın veya mühendisin denetim yoksunluğundan değil, birtakım ahmakların eğitim yoksunluğundan değil midir?

Belediyenin veya fenni mesulü olan kişilerin, iskan ruhsatını almış bir binada şikayet olmadığı sürece tekrar denetime gitme ihtimali var mıdır? Yok.

Çünkü belediyelerde bunu yapacak personel sayısı azdır. Bence, bir yapı için en az 7 farklı disiplinde, mimar, mühendis, kontrol elemanı ve belediye personeli bulunmalı. Kaç belediyede bu disiplinlerde eleman vardır? Bana göre bir an önce tüm yapıların denetlenmesi için bir düzenlemeye gidilmeli. Ayrıca kentsel dönüşüm kaçınılmaz, ancak ülkenin ekonomik durumu göz önüne alındığında kentsel dönüşümün de kesin çözüm olarak uygulanması, an itibariyle imkansızdır.

* * *

İnanmak

San Francisco Körfezi'ndeki bir okulda okul müdürü 3 öğretmeni çağırıp şöyle demiş.

'Siz üç öğretmen sistemde en iyi ve en uzman kişilerden olduğunuz için 90 tane seçkin üstün öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz.'

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne -babaları bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler. O okul dönemi hepsinin hoşuna gitmiş ve çok başarılı çalışmalar yapmışlar.

Okul bittiği zaman öğrenciler bütün San Francisco Körfezi'ndeki diğer öğrencilere göre % 20-30 daha başarılı olmuşlar. Yılsonu geldiğinde müdür, üç öğretmeni çağırmış ve onlara şöyle demiş.

'Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90'ı sizde değildi. Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi ve o 90 öğrenciyi sistemden tesadüfen seçtik.'

Öğretmenler doğal olarak öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması gerektiği sonucuna varmışlar. Müdür devam etmiş.

'Bir itirafım daha var demiş. Siz de en parlak öğretmenler değilsiniz. İsimlerinizi bir şapkanın içine doldurduğum kağıtların arasından rasgele seçtim.'

Siz inandığınız için başarılı oldunuz…

(Alıntıdır)

* * * *