Ne zaman tatile gitsem bizim Üstat gelir aklıma.
Daha önce de yazmıştım.
Üstat, yazılarında espri yapardı:
“Bodrum’dayım. Evin bodrumunda!”
Ve üstat kırk yıllık köşe yazarıydı.
Ben söyleyeyim, yazıp çizerek bir şey kazanabilen neredeyse yoktur bizimki gibi ülkelerde.
Orhan Veli öldüğünde cebinden yirmi sekiz kuruş çıktı.
Sait Faik’e annesi bakıyordu.
Annesi olmasa ne yapardı, hikaye yazmak dışında hiçbir işten anlamayan Sait Faik?
Peyami Safa, parasızlıktan evindeki telefonu satmaya çalıştı.
Ahmet Hamdi Tanpınar, ölmesine yakın, günlüğüne şunları yazdı:
“Bittabi hastalığımdan ziyade parasızlıkla meşgulüm. Cebimde yalnız bir lira var. Etrafım alacaklı dolu. Borç beni çıldırtacak.”
Mehmet Akif, Ankara soğuğunda paltosuz geziyordu.
Oğlu sokaklarda yatıp kalkıyordu, ölüsü çöp bidonunda bulundu.
Neyse, boş verelim şimdi bunları.
Diyeceğim şu ki Üstat da bir şey kazanamadı bu işten.
İki yakası bir araya gelmedi hiçbir zaman.
Ve Bodrum’a tatile gidemeden bu dünyadan geçip gitti.
Bodrum’u, “haritada bir nokta” olarak bildi sadece.
Biz gidebiliyor muyuz Bodrum’a?
Biz de gidemiyoruz.
Akdeniz kıyılarında mütevazı bir tatil bizimki de.
Neyse, bu da önemli değil de...
Kendi ülkende yabancısın...
Ruslar, İngilizler, Almanlar, Hırvatlar...
Hatta; Kırgızlar, Kazaklar, Özbekler, Tatarlar...
Her yeri doldurmuşlar.
Bazıları ev satın almış buradan.
Baya baya yerleşmiş buraya.
Altlarında “tuktuk” dedikleri şeytan işi bir araç...
Vızır vızır...
Sağda solda, her yerde onlar.
Ve ısrarla kendi dillerini konuşuyorlar.
Sahilde, bir Hüseyin var Türkçe konuşan bir de ben.
Belediye işçisi Hüseyin.
Sabahları sahili temizliyor boydan boya.
Her gün sahilde kilometrelerce gidip geliyor.
İngilizlerin, Almanların, Fransızların, Rusların, Kırgızların, Kazakların, Özbeklerin, Tatarların yiyip içip plaja attıklarını topluyor.
“Adem abi çok pis millet bunlar,” diyor.
“Öyle deme Hüseyin, turizm bacasız sanayi demektir. Daha çok gelsinler istiyoruz.”
“Daha çok mu? Aman aman! Bak şunlar Alman, şunlar Kazak, şunlar Hırvat, şunlar Rus. Bunların içinde de iyi olanı var. Bir Yegor Dayı vardı; çaysız, kahvesiz bırakmazdı beni. Çayın, kahvenin yanında tatlı çörekler de verirdi. Senden iyi olmasın, iyi adamdı. Öldü.”
Belki bir gün bizim için de böyle diyecek Hüseyin:
“İyi adamdı, öldü!”
Yarın plaja gelirken yanımda çay, kahve...
Tatlı çörekler getireceğim.
Hüseyin de olmasa kiminle konuşacağız?
Hüseyin’in de muhabbeti hiç çekilmiyor ama...
Ne yapacaksın.
Yarın, çayın yanında tatlı çörekleri yerken inşallah bana,
“Yegor Dayı sen ölmemiş miydin?” demez.