Dünyanın sermaye merkezi ülkeler 2008'te bir kriz yaşadı ve krizin yayılarak devam ettiği söyleniyor. Öncelikle gelişmiş ülkeleri etkileyen krizin, ikinci ve üçüncü dünya ülkelerini kıskacına alması kaçınılmaz. Her ne kadar hissetmedik desek de, yavaş değişen ekonomik veriler öyle demiyor.
Küçük aklımla ekonomi simidi satacak değilim. Dinlediklerimden, okuduklarımdan toparladıklarımı paylaşmak isterim.
Ekonomist dostlar konuyu anlayacağımız boyutta açıklamak isterlerse, Yazı İşleri Müdürümüz Ayhan Aydıner'in kendilerine gazetemiz sütunlarını sonuna kadar açacağına inanıyorum.
Bizimki 'ekonomik kriz üzerine dostane sohbet' olsun.
***
70'li, 80'li, 90'lı yıllarda da ekonomik krizler yaşadık. Cebimizdeki paraların sıfırları artarken, ağırlığının ne kadar azaldığını hatırlıyoruz. Sonuncusunu 2001'de yaşamıştık.
Hayata tutunmak, çocuklarını yetiştirmek için 'borç kayığı'yla karşı yakaya geçmeye çalışan insanımızın 'kriz anaforu'na öylece yakalandığı yıllardı.
Dövizin ipiyle kuyuya inenler, dövizin ipi üzerinde cambazlık yapanlar vardı. 'Dövizdeki artış ve yüksek enflasyon' sivri dişlerini maaş cüzdanlarımıza geçiriverirdi. Her on yılda bir baş gösteren bu krizlerde, bükülen bellerin düzelmesi epeyi zaman alırdı.
Her şeye sık sık zam gelir, beynini zamlara endeksleyen esnafta aranılan mal bulunmazdı. Ancak 'zorunlu alınan 3 kilo domatesin yüzü suyu hürmetine, bir paket sigara bulma olasılığı' vardı.
Benzin, şeker, yağ, tüp vb. kuyruklarda yapılan sohbetlerde yeni dostlar edinilirdi. Anneler çocuklarına eş bulmak için geleneksel hamam gezilerinden vazgeçip kuyrukların müdavi olmuşlardı.
Meğer o yıllarda kuyruklar, sosyal hayatımızda ne kadar çok yer edinmişler!
***
Eskinin finansal krizlerinde mali piyasalar, borsa çöker; spekülatörler horon teperdi.
Bankalar, şirketler bir günde iflas ederdi.
Döviz, Hint Okyanusu'nun tropikal siklonlarına yakalanmış handysize şilep gibi çalkalanırdı. Döviz değil de, ceviz kabuğuydu mübarek!
Krizin geldiğini kıt ekonomik aklımızla anlar, görürdük.
Krizin attığı kese ile bedenimiz(!) hafiflerdi.
***
Sermaye işgücünü satın alır. Emeği sömürerek artı değer oluşturur. Sonra daha büyük bir sermayeye yönelir. Kapitalist döngü budur. Pırıl pırıl dizayn edilmiş döngü, devasa boyutlara ulaşıp eskiyince tıkanmaya başlar. Tasarruf, kredi, yatırım vb. işin teknik yönleri…
Tıkanıklığın başlıca nedeni, sermayenin sömürü düzenine kuralsızca hizmet ederken, emeğin sosyal yönünü ihmal etmesidir.
Bir dostumun dediğine göre, 2008'te başlayan krize 'durgunluk denizi' adını vermişler. 'Büyük durgunluk' diyor kendisi.
Düşük büyüme, istihdamda gerileme/artan işsizlik, azalan yatırımlar, yüksek borçlanmalar olarak gözlemlenirmiş bu kriz.
Sanki sinsi bir hastalık gibiymiş!
Ekonomi, onlarca yıldır muhafazakar neoliberal kesimin baskısıyla, 'çok kar etmeye yönelik müdahaleler'le hacim buldu.
'Piyasa işleyişinin kuralsızlaşması, işgücü piyasasının esnekleşmesi, kaynakların talanı ve ekonomi biliminin sosyal ilkelerini terk etmesi' bu hacmin görünen yönleri.
Kamuoyunu ikna için kullanılan akıl almaz oyunlar ve laf ebelikleri de cabası.
Krizin sinsice yaşandığı döneme yönelik, dostumun dikkat çektiği birkaç maddeyi sıralamak isterim.
Durgun seyreden kriz, sadece 'üretim kayıpları' ve 'üretim maliyetleri' olarak görülmüyor.
Tüm dünyada sosyal dışlanmışlıklar artıyor, yerel savaşlar patlak veriyor.
Sistem karşıtlığı ve otoriter rejim hayranları çoğalıyor.
Mülteci sorunu sermayenin huzurlu denizlerini rahatsız ediyor.
Kriz, insanların ördüğü sosyal huzur battaniyesini üzerinden çekip alıyor.
***
Ben demiyorum inanın ki,
Ekonomiyi bildiğini söyleyen dostum söylüyor.
Ben, sadece 'tıkanmış kapitalist sistemin, sonunda ne doğuracağı'nı merak ediyorum.
Yoksa ben kiiim, ekonomi kim!