Övünme kültürü yaygındır bizde.
Kimi kadınlar kendilerini dünya güzeli zannederler. K.çlarıyla başlarıyla uğraşıp dururlar boy aynalarının karşısında. Ve dış görünüşlerindeki kusursuzlukla övünürler.
Kimi adamlar da erkeklikleriyle; güçleriyle, kuvvetleriyle övünürler.
Ve o kimi adamlar gidip evde kadınlarına efelenirler; kadınlarına kötü davranırlar; bağırırlar çağırırlar, döverler söverler; kimi zaman daha da ileri gidip yol ortasında bıçaklarlar kadınlarını sırf övündükleri erkekliklerinden.
***
Kimileri de mallarıyla mülkleriyle, zenginlikleriyle… Evleriyle damlarıyla, hanlarıyla hamamlarıyla, yatlarıyla katlarıyla, atlarıyla arabalarıyla övünürler.
Oysa dünya senin olsa neye yarar? Bilmezler ki hiç kimse bir şey götüremez bu dünyadan öbür dünyaya.
***
Kanuni Sultan Süleyman'ın üç arzusu varmış. Üç son arzu…
İlk arzusu, dünyanın en iyi doktorları tarafından taşınmasıymış tabutunun.
Nedeniyse, ölüm karşısında, dünyanın en iyi doktorlarının dahi yapacak bir şeyinin olmadığının anlaşılmasıymış.
İkinci arzusu, sahip olduğu tüm zenginliğin; altınının, akçesinin mezar yolu boyunca halka dağıtılmasıymış.
Bunun nedeniyse, bu dünyadaki zenginliğin öbür dünyada hiçbir işe yaramadığının anlaşılmasıymış.
Son arzusu da mezara götürülürken ellerinin tabutun dışında kalmasıymış.
'Bu dünyadan elim boş gittiğimi görsün insanlar!' demiş.
***
Her şey böyleyken…
Şu da benim bu da benim; han da benim hamam da benim, saray da benim kervansaray da benim övünmelerinden vazgeçmez insanlar.
***
Adamın biri memleketinden kalkıp İstanbul'a gelmiş yıllar önce. Taşı toprağı altın, derler İstanbul için. Bugün siyasiler tarafından İstanbul'un paylaşılamıyor olması da bundan olsa gerek…
***
Adam, yıllar sonra, memleketinden çocukluk arkadaşıyla karşılaşmış İstanbul sokaklarında.
Hal hatır sormalardan sonra…
'Vallahi bırakmam. Eve gidelim. Misafirim ol,' diye ısrar etmiş arkadaşına.
Binmişler adamın lüks arabasına.
Eve varmışlar. Saray yavrusuymuş adamın evi, İstanbul Boğazı'na nazır.
Kapıyı açmış anahtarıyla.
'Burası salon. Mobilyalar İtalya'dan. Hanım avizeleri Fransa'dan getirtti. Yengen zevk sahibidir. Burası misafir odası… Yer döşemesi Almanya'dan. Mobilyaları hanım İtalya'dan sipariş etti. Yengen zevk sahibidir. Mobilyanın iyisinden anlar.'
Bir odanın kapısını daha açmış.
Odanın ortasında yatak…
Yatağın üzerinde kuş tüyü yastık, bembeyaz ipek çarşaf…
İpek çarşafın üzerinde çıplak bir kadın!
Kadının üzerinde bir adam!...
Devam etmiş bizimki, nefes almadan:
'Burası bizim yatak odamız. Yataktaki de yengen. Fransız asıllıdır kendisi… Yatağın mobilyası halis İtalyan… Çarşaf saf ipek... Hindistan'dan getirtti yengen. Zevk sahibidir bizim hanım!...'
***
Sadece mallarıyla mülkleriyle mi övünür böyleleri?
Her şeyleriyle övünürler. Kendileriyle övünürler. Çocuklarıyla övünürler.
Yaşları ilerler; daha bir kuvvetle, daha bir hırsla torunlarıyla övünürler.
İşin ilginç yanı, dünyada sadece kendi çocukları, kendi torunları var zannetmeleridir.
Mükemmel olan onlarınkidir, başarılı olan onlarınki… El üstünde tutulmayı; ilgiyi, alakayı hak eden onlarınki…
Dünyadaki diğer insanlar; diğer çocuklar, diğer torunlar?
Onlar hiç!
Oysa her insan önemlidir, değerlidir, kıymetlidir.
***
Aslında bu insanlarınki tadı tuzu olmayan hayatlarına bir anlam verme çabasından başka bir şey değildir.
Sanata; edebiyata, sinemaya, tiyatroya, müziğe…
Vivaldi'nin Dört Mevsim'ine, Mendelssohn'un Violin Konçertosu'na hayatlarında yer olmamasının sonucudur bütün bunların nedeni.
Onun için… Onun için çok da durmamak gerekiyor belki de onların bu boş övünmelerinin üzerinde.