Bu yılki birkaç yazımda Türkiye’nin ve Japonya’nın depremlere karşı yaklaşımlarını ve Japonya’nın bu konudaki başarısına karşı, bizim ülke olarak başarısızlığımızı yazmıştım.

Bu konu üzerinde biraz daha konuşmak adına güzel bir atasözüyle başlamak istedim bugünkü yazıma.

Rüzgar esmeye başlayınca bazıları duvar örer, bazıları ise yel değirmeni inşa eder.

Bu güzel atasözünün anlamı, aynı durumda farklı insanların farklı tepkiler verebileceği veya farklı sonuçlar elde edebileceğidir. Örneğin, bir kriz karşısında bazı insanlar büyük bir yıkım yaşayıp, pes ederken, bazıları fırsat bulabilir. Kimisi krizi kader olarak görür, kimisi kriz yaşanmasın ya da o kriz kaosa dönüşmesin diye deneyimlerini, bilgiyi ve bilimi kullanır. Bu atasözü, hayatın nasıl yaşandığına bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Tıpkı Japonya ve Türkiye’nin depremler konusundaki yaklaşımlarında olduğu gibi.

Depremlere karşı dirençli olmak, hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluktur. Deprem kuşağı üzerinde bulunan Türkiye ve Japonya, bu konuda farklı deneyimler yaşamış ve farklı stratejiler geliştirmiştir. İşte ben de bugünkü yazımda, bu iki ülkenin deprem gerçekliğini, altyapılarını, hazırlıklarını ve kültürlerini karşılaştıracağım.

Öncelikle, Türkiye ve Japonya'nın deprem riski açısından benzerlikler ve farklılıklar gösterdiğini belirtmek gerekir. Her iki ülke de dünyanın en aktif deprem bölgelerinden birinde yer almaktadır. Türkiye, Anadolu Levhası'nın Avrasya, Afrika ve Arap levhalarıyla çevrili olduğu bir alanda bulunurken, Japonya, Pasifik, Filipin, Avrasya ve Kuzey Amerika levhalarının kesiştiği bir noktada yer almaktadır. Bu nedenle, her iki ülke de sık sık büyük depremlerle karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, 2023 yılında Türkiye'de 7,8 ve 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana gelmiş ve 50 binden fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı yıl, Japonya'da 7,6 büyüklüğünde bir deprem olmuş ve yaklaşık 150 kişi ölmüştür. Bu rakamlar, iki ülkenin afet yönetiminde ne kadar farklı olduğunu göstermektedir.

Peki, bu farklılık nereden kaynaklanmaktadır? Burada, depreme karşı dirençli olmanın iki önemli boyutu vardır: Altyapı ve kültür. Altyapı, deprem anında ve sonrasında hayatta kalmak için gerekli olan fiziksel koşulları ifade eder. Kültür ise, deprem öncesi, sırası ve sonrasında insanların davranışlarını, tutumlarını ve değerlerini belirleyen sosyal ve psikolojik faktörleri kapsar. Bu iki boyut, birbirleriyle etkileşim halinde olup, deprem sonuçlarını belirler.

Altyapı açısından bakıldığında, Japonya, Türkiye'ye göre çok daha gelişmiş ve hazırlıklı bir ülkedir. Japonya, deprem gerçeğini kabul ederek, binalarını, yollarını, köprülerini, enerji hatlarını, iletişim sistemlerini ve diğer tüm altyapı unsurlarını depreme dayanıklı hale getirmek için büyük yatırımlar yapmıştır. Japonya, binaların yönetmeliklere uygun inşa edilmesi ve denetlenmesi, zemin etüdü ve iyileştirilmesi, deprem yalıtımı ve sönümleme sistemleri, deprem izolatörleri ve aktif kontrol sistemleri gibi pek çok teknolojiyi kullanmaktadır. Ayrıca, Japonya, dünyanın en gelişmiş erken uyarı sistemlerinden birine sahiptir.

Türkiye ise, altyapı konusunda Japonya'nın çok gerisindedir. Türkiye, deprem gerçeğini yeterince kabullenmemiş ve gerekli önlemleri almamıştır. Türkiye'de, binaların çoğu kaçak veya ruhsatsız inşa edilmiş, zemin etüdü yapılmamış, deprem yönetmelikleri uygulanmamış veya uygun şekilde denetlenmemiştir. Deprem yönetmeliği uygulamasının ve yapı denetimin yapıldığı yapıların çoğunda yapılanlar -mış gibi yapılmıştır. Türkiye'de, deprem yalıtımı ve sönümleme sistemleri, deprem izolatörleri ve aktif kontrol sistemleri gibi teknolojiler çok az kullanılmaktadır. Ayrıca, Türkiye'de, erken uyarı sistemi henüz tam olarak işlevsel değildir.

Kültür açısından bakıldığında, Japonya, Türkiye'ye göre çok daha bilinçli ve disiplinli bir toplumdur. Japonya, deprem kültürünü geliştirmiş ve topluma yaymıştır. Japonya'da, insanlar deprem öncesi, sırası ve sonrasında ne yapmaları gerektiği konusunda eğitimden geçirilmiş, tatbikatlar yapmış, acil durum planları hazırlamış ve malzemeler stoklamıştır. Japonya'da, insanlar deprem anında panik yapmaz, sakin kalır, çök-kapan-tutun yöntemini uygular, güvenli bir yere gider ve yetkililerin talimatlarını dinler. Japonya'da, insanlar deprem sonrasında dayanışma gösterir, yardımlaşır, paylaşır ve toparlanır.

Türkiye ise, kültür konusunda Japonya'nın çok gerisindedir. Türkiye, deprem kültürünü yeterince geliştirememiş ve topluma aktaramamıştır. Türkiye'de, insanlar deprem öncesi, sırası ve sonrasında ne yapmaları gerektiği konusunda yeterli eğitim almamış, tatbikat yapmamış, acil durum planları hazırlamamış ve malzemeler stoklamamıştır. Türkiye'de, insanlar deprem anında panik yapar, telaşlanır, kaçmaya çalışır, güvenli olmayan yerlere girer ve yetkililerin talimatlarını dinlemez. Türkiye'de, insanlar deprem sonrasında çaresizlik yaşar, yardımsız kalır, kavga eder ve toparlanamaz.

Sonuç olarak, depremlere karşı dirençli olmak, hem altyapı hem de kültür boyutunu kapsayan kapsamlı bir yaklaşım gerektirir. Türkiye ve Japonya, bu konuda farklı seviyelerde bulunmaktadır. Japonya, deprem gerçeğini kabul ederek, altyapısını ve kültürünü depreme uyumlu hale getirmiştir. Türkiye ise, deprem gerçeğini yeterince kabullenmemiş ve altyapısını ve kültürünü depreme hazırlamamıştır. Bu nedenle, Türkiye’de, depremlerde çok daha fazla kayıp yaşanmaktadır. Türkiye, depremlere karşı dirençli olmak için Japonya'dan öğrenebileceği çok şey olduğunu fark etmeli ve gerekli adımları atmalıdır.

Unutmamak lazım ki; “Birine duvar diğerine değirmen yaptıran aynı rüzgardır.” Tıpkı Japonya’da en güvenli sığınak olarak insanları yapılarında tutan, bizde yapılardan kaçıran, yapılarda kalanlara yuvalarını mezara çeviren depremlerdeki Türkiye’nin ve Japonya’nın yaklaşımı gibi. Biz de ne zaman ki, depremi bu coğrafyanın olağan doğa olayı kabul eder ve kendimizi sadece Allah’a değil, deneyimlerimizden çıkardığımız derslere, aklımıza ve bilime emanet ederiz, o gün başarmaya başlarız.