Şimdi yaşanacak tek yerin gezegenimiz olduğunun ve bu gezegenin de afetler ve iklim değişiklikleri nedeniyle her geçen gün artan şekilde bizleri tehdit ettiğinin farkındalığıyla düşünelim ve gözlerimizi iklim değişikliklerine ve afetlere karşı ne kadar savunmasız ve kırılgan olduğumuza ve bu konuyla ilgili çalışmalara çevirelim.

Şimdi yaşanacak tek yerin gezegenimiz olduğunun ve bu gezegenin de afetler ve iklim değişiklikleri nedeniyle her geçen gün artan şekilde bizleri tehdit ettiğinin farkındalığıyla düşünelim ve gözlerimizi iklim değişikliklerine ve afetlere karşı ne kadar savunmasız ve kırılgan olduğumuza ve bu konuyla ilgili çalışmalara çevirelim.
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından yayımlanan '2022 Küresel Su Kaynaklarının Durumu' başlıklı rapor, dünya genelinde su kaynaklarının geleceğinin ne kadar endişe verici olduğunu gösteriyor. Bu rapor, iklim değişikliğinin yol açtığı olumsuz hava koşullarının ve buzulların erimesinin, sel ve felaketlerin sıklığını ve şiddetini artırdığını vurguluyor ve özellikle su döngüsünün düzenlenmesi ve düzeltilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Raporda yer alan Afrika'da, Güney Amerika'da, Orta Doğu'da ve Avrupa'da yaşanan kuraklık gibi örnekler, su kaynaklarının savunmasızlığını gözler önüne seriyor. Rapora göre, iklim değişikliği nedeniyle olumsuz hava koşullarının ve buzulların erimesinin artması sonucunda sel ve diğer felaketlerin sıklığı ve yoğunluğu artıyor. Ayrıca raporda, 2022 yılında Dünya'nın birçok bölgesinin kuraklıkla karşı karşıya kaldığına ve bu durumun nehirlerde ulaşımı zorlaştırdığı ve nükleer enerji üretimini etkilediğine dair bilgilere de yer veriliyor. Kuraklık sonucu nehir akıntılarının azalması nedeniyle, 2022'de dünya genelinde hidroelektrik üretiminde önemli bir düşüş yaşandığına dikkat çekilen raporda, ayrıca bu kuraklığın birçok yerde büyük insani krizlere yol açtığına dikkat çekiliyor.
WMO Genel Sekreteri Petteri Taalas, bu raporun dünya genelindeki su kaynaklarına kapsamlı bir bakış sunduğunu belirterek, buzulların ve buz örtüsünün erimesi, artan sıcaklıkların su döngüsünü hızlandırıp düzensizleştirdiğini söylüyor. Daha fazla nemin tutulduğu durumlarda şiddetli yağışlar ve seller yaşandığını, aksine durumlarda ise buharlaşma arttığını ve toprakların daha kuru hale geldiğini, aşırı kuraklıkların yaşandığını ifade ediyor. Taalas'ın bu ifadeleri, su kaynaklarının geleceğine yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşırken, bu rapor su kaynaklarının korunması ve iklim değişikliği ile mücadelede uluslararası işbirliği ve eylemin önemini bir kez daha vurgulamakta.
İklim değişiklikleriyle ilgili durumun ciddiyetini gösteren bir başka çalışma uluslararası bir girişim olan World Weather Attribution (WWA) çerçevesinde ortaya konmuş. İngiltere, ABD, Hollanda ve Brezilya'dan gelen bilim insanlarınca yapılan çalışmaya göre, Güney Amerika'da sıcaklıklar, iklim değişikliği nedeniyle 1,4 ila 4,3 derece arasında arttı. Güney Yarımkürede ilkbahar mevsiminin başlangıcında olunmasına rağmen, Brezilya, Bolivya, Arjantin ve Paraguay gibi bölgelerde sıcaklıklar 40 dereceyi aşmış. Çalışmada Ağustos ve Eylül aylarında Güney Amerika'daki yüksek sıcaklıkların El Niño'nun etkisi altında olduğu tespit edilmiş olsa da, iklim değişikliği kaynaklı insan faaliyetlerinin bu bölgede aşırı sıcak hava dalgalarının meydana gelme olasılığını 100 kat artırdığı belirlenmiş.
Copernicus İklim Değişikliği Servisi'nin raporuna göre ise, ortalamanın 1,5 derece üzerinde ölçülen günlerin artması, küresel sıcaklık ortalamasını sanayileşme öncesi ortalamanın en fazla 1,5 derece üzerinde tutma hedefini tehdit ediyor. Paris İklim Anlaşması'ndaki 1,5 derece sınırlarını aşma belirtileri, bilim insanlarını da endişelendiriyor. Ayrıca, 2023'ün en sıcak yıl olma yolunda olduğu ve hatta 2024'ün daha da sıcak olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Bu durum bilim insanları arasında endişeye yol açıyor. Sussex Üniversitesi'nden Melissa Lazenby, dünya genelinde daha önce görülmemiş seviyelerde sıcaklıkların yaşandığını ve günlük 1,5 derece sıcaklık artışının uzun süre devam etmesinin endişe verici olduğunu ifade ediyor. Reading Üniversitesi'nden Ed Hawkins ise Kuzey Yarım Küre'deki sıcak yazların şoke edici derecelerde olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, Avustralya'daki meslektaşların yaklaşan yaz aylarında orman yangınları gibi olaylar nedeniyle endişeli oldukları belirtiliyor. Leipzig Üniversitesi'nden Karsten Haustein ise Antarktika'daki sıcaklık artışını özellikle temmuz ayında -20 ve -30 arası ölçülen değerlerin kıta için bir sıcaklık rekoru olduğunu vurguluyor. Bilim insanları, sera gazı emisyonlarının hızla azaltılmadığı takdirde benzer sıcaklık olaylarının daha sık ve şiddetli hale gelebileceği uyarısında bulunuyorlar. Küresel sıcaklık artışının 2 dereceye ulaşması durumunda, sıcak hava dalgalarının her 5-6 yılda bir tekrarlanma olasılığı bulunuyor. Ayrıca, sıcaklıkların bugünkü iklim koşullarına göre 1,1 ila 1,6 derece daha yüksek olacağı tahmin ediliyor.
Bu ve benzeri çalışmalar göstermektedir ki, iklim değişikliğinin, sıcak hava dalgalarının sıklaşması ve şiddetlenmesi üzerinde belirgin bir etkisi olduğunu göstermektedir. Özellikle 2023'deki sıcak hava dalgalarının, sera gazı emisyonlarının azaltılmadığı takdirde daha da yoğun hale gelebileceği ve toplumlar ile ekosistemler üzerinde ciddi sonuçlar doğurabileceği konusunda bir uyarı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, iklim değişikliği ile mücadelede acil önlemler alınması ve her ülkenin sıcak hava dalgalarına karşı hazırlıklı olması gerekmektedir.
Gezegenimiz ve onu oluşturan sistemler yaşamın ta kendisi. Gezegenimizin geleceği için ciddi bir uyarı niteliği taşıyan bu çalışmalar, uluslararası işbirliği ve eylemin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu ve benzeri çalışmalar, gezegenimizin geleceği hakkında ciddi bir uyarı. Bu konuda acil önlemler almazsak, gelecek nesillere yaşanabilir bir gezegen bırakma şansımız olmayacak. Afetlere karşı dirençliliğimizi artırarak, iklim değişikliğine karşı savaşarak ve küresel işbirliğiyle, bu önemli meselelerin üstesinden gelebiliriz. Bu farkındalık ve bilinçle gerçekleştirilen Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresinin (idRc) beşincisi geçtiğimiz hafta Gebze'de gerçekleştirildi. İklim değişikliklerinin yanı sıra diğer pek çok afet ile ilgili olarak ülkemizin dirençliliğini arttırmaya yönelik bilimsel çalışmaların sunulduğu Kongre, daha dirençli bir Türkiye yaratılması için önemli bir arayış içindeydi. Katılımcıların bu etkinlikten çıkardığı en önemli sonuç; Kahramanmaraş depremlerinin sadece sekiz ay önce yaşandığı bir dönemde toplumsal, akademik, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarından bu ücretsiz etkinliğe ilgisiz kalınmış olması. Bu toplantının neredeyse tüm oturumlarının boş salona hitap ettiği düşünülürse, düşük katılım oranının ciddi bir şekilde sorgulanması ve derinlemesine ele alınması gerekmektedir. Üniversite kampüsündeki öğrencilerin ve akademisyenlerin bile bu etkinliğe ilgisiz kalması, geleceğimiz açısından ciddi bir sorunun göstergesidir. Boş salonlar, yanlış bir yolda olduğumuzun açık bir göstergesidir. Afete Dirençli Türkiye çabalarına önem verilmemesi durumunda, Türkiye'nin gelecekte afetlere karşı dirençsiz olması nedeniyle ortaya çıkacak büyük can kayıplarını kabul etmek zorunda kalabiliriz. Afetlere dirençli bir ülke yaratmak için gönül vermiş Muammer Tün hocaya göre afetlere karşı dirençsiz bir ülke, toplum ve kent, telafisi mümkün olmayan yıkımlar, kayıplar ve çaresizliklerle karşı karşıya kalabilir. umutlarımızın, dileklerimizin ve dualarımızın gerçek hayatta bir karşılığı olması için bugün yaptıklarımızın çok ötesinde çaba harcamamız gerekmektedir. Aksi bizlerin ve gelecek nesillerin yaşama hakkına karşı önemli bir duyarsızlık olacaktır.