Geçen hafta içinde ETOS tarafından düzenlenen Yaşlanan Nüfus ve Sürdürülebilirlik Çalıştayında moderatörlük yapma fırsatını buldum.

Bu deneyim benim için oldukça değerliydi. Eskişehir Teknik Üniversitesi adına koordinatörlüğünü yürüttüğüm AB tarafından desteklenen “Afetlere Dayanıklı ve Sürdürülebilir Kentler için Ekolojik Planlama ve Tasarım Öğrenme Ağı ve Uyarlanabilir Akıllı Bir Eğitim Modülünün Geliştirilmesi” başlıklı EPD-Net Projesi kapsamında, özellikle kapsayıcılık ve yaş dostu şehirler üzerine önemli fikirler ve veriler edindik. Ayrıca bu proje aracılığıyla, dirençlilik ve sürdürülebilirlik ekseninde yürüttüğümüz çalışmaları katılımcılarla paylaşma ve yaygınlaştırma fırsatını da bulmuş oldum. Bu vesileyle, nazik davetleri ve başarılı organizasyonları için ETOS yetkililerine gönülden teşekkür ederim.

Türkiye’nin Yaşlanan Yüzü: Bir Risk mi, Fırsat mı?

Sonuçtan başlayarak söylemek gerekirse; Çalıştayda ortaklaştığımız en temel çıkarım şuydu: Türkiye’nin yaşlanan nüfusu, yalnızca bir sosyal yük değil; aynı zamanda güçlü bir yaşam deneyimi, bilgi ve kültürel miras kaynağıdır. Toplumun bu kesimini sadece “bakım” bağlamında değil, aynı zamanda aktif üretici, kültürel taşıyıcı ve toplumsal dayanışma ögesi olarak değerlendirmediğimiz sürece, her yaşlanan bireyde toplumsal hafızamızdan bir yaprak eksilecektir. Bu nedenle, yaşlanmayı bir "dert" değil bir "değer" olarak gören yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var.

Ne Öğrendik? Ne Yapmalıyız?

Çalıştayda pek çok kurum ve bireyin katkısıyla ortaya çıkan çözüm önerileri, yalnızca sosyal hizmetlerin değil; aynı zamanda kentsel tasarımın, dijital dönüşümün ve toplumsal ilişkilerin yeniden kurgulanmasını gerektiriyor.

Yaş Dostu Şehirler İnşa Etmek

Günümüzde şehirler, hâlâ büyük ölçüde genç ve aktif bireylerin kullanım alışkanlıklarına göre tasarlanmış durumda. Oysa nüfusun önemli bir kısmını oluşturmaya başlayan yaşlı bireyler için bu kent yapıları çoğu zaman fiziksel birer engel haline geliyor. Yaş dostu şehirler inşa etmek; sadece rampa ve asansör gibi yapısal düzenlemelerden ibaret değil, aynı zamanda bir zihniyet değişimini de zorunlu kılar.

Yaşlı bireylerin şehirdeki günlük hareketliliğini kolaylaştırmak için öncelikle kaldırımların, yaya geçitlerinin, park ve bahçelerin yaşa uygun biçimde yeniden tasarlanması gerekmektedir. Kaldırımlarda eğim oranı, kaymaz yüzey kullanımı, baston veya yürüteçle hareket eden bireylerin rahat geçebileceği genişlikler gibi detaylar yaş dostu planlamanın temelini oluşturur. Aynı şekilde, ışıklandırma yetersizliği veya zemin bozuklukları gibi detaylar yaşlı bireyler için ciddi düşme riski yaratır ve bu da sağlık sistemini dolaylı olarak daha fazla zorlayan bir sonuç doğurur.

Kamu binalarının erişilebilirliği ise çok daha derin bir konu olarak ele alınmalıdır. Özellikle belediyeler, nüfus müdürlükleri, sağlık ocakları, sosyal hizmet merkezleri gibi sıkça ziyaret edilen binaların girişlerine sadece rampa eklemek yeterli değildir. Bu binalarda, yaşlı bireylere yardımcı olabilecek destek personelleri, yönlendirme tabelaları, bekleme alanlarında ergonomik oturma düzenleri gibi detaylar da mutlaka düşünülmelidir.

Toplu taşıma sistemlerinde yaşlı bireylerin karşılaştığı en yaygın sorunlardan biri ise kalabalık ve hız. Yaşlılar için toplu taşıma araçlarında yer ayrılması gerektiği gibi, bu koltukların belirgin bir şekilde işaretlenmesi, renk kodlarıyla desteklenmesi ve gerekirse otomatik sesli uyarı sistemleriyle desteklenmesi gereklidir. Tramvay ve otobüs duraklarında yükseltilmiş platformlar, kaymaz zeminler ve sığınaklı bekleme alanları da yaş dostu ulaşımın tamamlayıcı unsurlarıdır.

Kentteki sosyal alanlar da yaş dostu bir biçimde yeniden tasarlanmalıdır. Örneğin, parklarda yer alan spor aletlerinin yaşlılar için uygun versiyonları da yer almalı, yürüyüş yolları gölgelikli ve düzenli oturma noktaları içermelidir. Aynı zamanda yaşlı bireylerin bir araya gelip sosyalleşebileceği, vakit geçirebileceği çok işlevli mekânlar da kentte yaygınlaştırılmalıdır. Bu tür alanlar yalnızlıkla mücadelede ve aktif yaşlanmanın desteklenmesinde önemli bir rol üstlenir.

Kısacası yaş dostu bir şehir inşa etmek, sadece fiziksel yapıyı değil; zihinsel ve sosyal altyapıyı da kapsayan bütüncül bir dönüşüm gerektirir. Bu dönüşüm, yaşlı bireylerin kent yaşamına aktif ve onurlu bir şekilde katılabilmesini sağlar. Böylece kentler yalnızca yaşlılar için değil, herkes için daha güvenli, daha erişilebilir ve daha yaşanabilir hale gelir.

Teknolojiyi Kapsayıcı Hale Getirmek

Dijital dönüşüm, son yıllarda kamu hizmetlerinden özel sektör işlemlerine kadar hayatın her alanını yeniden şekillendirdi. E-Nabız’dan E-Devlet’e, mobil bankacılıktan dijital alışveriş platformlarına kadar pek çok işlem, artık neredeyse tamamen çevrimiçi ortamlarda yürütülüyor. Ancak bu hızlı dönüşüm, yaşlı bireylerin önemli bir kısmını sistemin dışında bırakma riski taşıyor. Dijital okuryazarlık becerileri sınırlı olan bireyler için teknoloji yalnızca bir kolaylık değil, aynı zamanda yeni bir dışlanma biçimi haline gelebiliyor.

Bu nedenle teknolojiyi kapsayıcı hale getirmek, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini doğrudan etkileyen stratejik bir zorunluluktur. Öncelikle yaşlılara yönelik özel arayüz tasarımları geliştirilmelidir. Örneğin, mobil uygulamalarda yaşlı bireyler için sadeleştirilmiş, büyük puntolu, yüksek kontrastlı ve sesli yönlendirme destekli arayüzler tasarlanabilir. Mevcut sistemler içinde "yaşlı modu" ya da "kolay kullanım" seçeneği sunmak bu bağlamda oldukça işlevsel bir adımdır.

Kapsayıcılığın bir diğer ayağını, birebir destek sistemleri oluşturur. Belediyeler, üniversiteler ve STK’lar iş birliğiyle “dijital torun” gibi projeler hayata geçirilebilir. Bu projeler kapsamında genç gönüllüler, yaşlı bireylere temel dijital becerileri kazandırmak için birebir destek sağlayabilir. Bu sadece dijital uçurumu kapatmaz; aynı zamanda kuşaklar arası etkileşimi de teşvik eder. Aynı şekilde, mahalle bazlı dijital rehberlik merkezleri ya da mobil dijital destek ekipleri de bu dönüşüme büyük katkı sunabilir.

Bankacılık, randevu sistemleri, kamu ödemeleri gibi hizmetlerin yanı sıra, sosyal medya ve dijital içerik platformları da yaşlı bireyler için daha erişilebilir hale getirilmelidir. Örneğin YouTube, Spotify, Netflix gibi platformlarda yaşlılara uygun içerik kürasyonları yapılabilir; dijital kültür-sanat katılımı için özel eğitim programları hazırlanabilir. Dijital dünya yaşlılar için yalnızca işlemleri kolaylaştıran bir araç değil, aynı zamanda sosyalleşme, öğrenme ve zihinsel canlılık sağlayan bir yaşam alanına da dönüşebilir.

Unutulmamalıdır ki dijital kapsayıcılık yalnızca teknolojik bir mesele değil; aynı zamanda bir hak temellidir. Bu bağlamda yaşlı bireylerin dijital ortamlara eşit ve güvenli erişiminin sağlanması, devletin ve toplumun ortak sorumluluğudur. Kapsayıcı teknoloji, yaşlıların yalnızca hizmetlere değil, çağın ruhuna da entegre olabilmesini sağlayan temel araçlardan biridir.

Kuşaklararası Dayanışmayı Teşvik Etmek

Toplumlar, yalnızca bireylerin topluluğu değil, aynı zamanda kuşaklar arası bir devamlılığın ürünüdür. Geçmişin deneyimiyle geleceğin potansiyelini buluşturmak, sürdürülebilir sosyal dokunun temelini oluşturur. Bu nedenle kuşaklararası dayanışma yalnızca yaşlıların gençlerle ilişkisini değil, toplumun bütünlüğünü de güçlendiren bir yapıdır.

Modern yaşam biçimleri ve bireyselleşmenin artmasıyla birlikte kuşaklar arasındaki bağlar zayıflamış durumda. Geleneksel aile yapısının yerini çekirdek aile ve hatta yalnız yaşama modelleri alırken, yaşlı bireylerin hayatı genç kuşaklardan ayrışmış ve yalnızlaşmıştır. Oysa bu kopuş, hem gençlerin hem de yaşlıların kaybıdır. Gençler yaşam deneyiminden, sabırdan ve kültürel aktarımdan mahrum kalırken; yaşlılar da ait oldukları toplumun bir parçası olma hissini yitirmektedir.

Bu döngüyü tersine çevirmek, karşılıklı fayda temelli ve gönüllülüğe dayanan mekanizmaların kurulmasıyla mümkündür. Örneğin, gençlerin yaşlı bireyleri belirli periyotlarla ziyaret ettiği “Zamana Saygı Programları” oluşturulabilir. Bu ziyaretler yalnızca sohbet amacı taşımakla kalmaz; aynı zamanda yaşlı bireylerin duygusal iyilik hallerine katkı sağlar ve sosyal izolasyonu azaltır. Ayrıca, gençlerin yaşlılara dijital beceri kazandırması veya gündelik işlerinde yardımcı olması gibi iş birlikleri çift yönlü öğrenme ve gelişim sağlar.

Tam tersine, yaşlı bireyler de gençler için mentorluk yapabilir, hayat deneyimlerini, mesleki geçmişlerini, hatta el becerilerini paylaşabilirler. Yaşamın farklı evrelerinde edinilen bilgelik, gençlerin yalnızca akademik değil, duygusal ve ahlaki gelişimlerine de katkı sunar. Böylece yaşlılık, edilgen bir dönem olmaktan çıkıp, rehberlik ve aktarımla şekillenen aktif bir yaşam evresine dönüşür.

Eğitim kurumları, üniversiteler ve belediyeler bu dayanışmayı kurumsal hale getirebilir. Ortak projeler, söyleşi serileri, kültürel miras aktarımlarına yönelik atölyeler gibi faaliyetlerle kuşaklar bir araya getirilebilir. Aynı şekilde, yaşlı bireylerin hikâyeleri yazılı veya görsel medya yoluyla kayıt altına alınarak hem bireylerin onurlandırılması hem de toplumsal hafızanın korunması sağlanabilir.

Kuşaklararası dayanışma aynı zamanda toplumsal empatiyi besleyen, toplumsal kutuplaşmayı azaltan ve ortak değer üretimini teşvik eden bir sosyal yapıdır. Yaşlı bireyler yalnızca “bakıma muhtaç” değil, aynı zamanda “yaşama rehberlik eden” kişiler olarak konumlandıklarında, toplum bütün kuşaklar için daha kapsayıcı, daha sıcak ve daha dirençli bir yere dönüşür.

Sağlıklı ve Bağımsız Yaşlanmayı Teşvik Etmek

Yaşlılık, yalnızca fiziksel yetersizliklerle tanımlanacak bir dönem değildir. Doğru sosyal ve mekânsal politikalarla desteklendiğinde yaşlı bireyler, yaşamlarının bu evresinde de üretken, katılımcı ve bağımsız kalabilirler. Bu da yalnızca bireysel refahı değil, toplumun genel sağlık giderlerini azaltan ve sosyal uyumu artıran yapısal bir katkı anlamına gelir. Bu nedenle sağlıklı ve bağımsız yaşlanma, bir bireysel yaşam hakkı olduğu kadar bir kamu politikası hedefidir.

Bu sürecin ilk adımı, yaşlı bireylerin temel fizyolojik ihtiyaçlarının düzenli ve güvenli bir biçimde karşılanmasıdır. Beslenme, hareket, hijyen ve barınma gibi en temel gereksinimlerin aksaması, yaşlı bireylerin hem fiziksel hem de zihinsel sağlıklarında hızla bozulmalara yol açabilir. Bu noktada örneğin tek başına yaşayan ve yemek hazırlayamayacak durumda olan bireyler için makul ücretli, evlere teslim sıcak yemek hizmetleri büyük önem taşır. Bu tür sosyal belediyecilik uygulamaları, yalnızca yaşam kolaylığı değil, aynı zamanda insani bir değer sunar.

Fiziksel sağlığın yanı sıra zihinsel sağlığın korunması da bağımsız yaşlanmanın temelidir. Unutkanlık, odaklanma sorunları, depresyon gibi yaşlılıkla birlikte artan zihinsel zorluklara karşı koruyucu müdahaleler, rehabilitasyon programlarından çok daha etkilidir. Bu kapsamda "hafıza bahçeleri", konsantrasyon ve farkındalık atölyeleri, müzik terapisi (özellikle geleneksel Türk musikisi), el sanatları ve kültürel üretim temelli etkinlikler ciddi katkılar sağlayabilir. Bu tür faaliyetler yaşlı bireylerin hem bilişsel düzeyini korumasına hem de toplumsal aidiyet duygusunu pekiştirmesine yardımcı olur.

Teknolojinin bu alandaki rolü de yadsınamaz. Giyilebilir sağlık teknolojileri –akıllı saatler, düşme sensörleri, nabız ve tansiyon izleyiciler gibi– yaşlı bireylerin hem kendilerini daha güvende hissetmesini sağlar, hem de aile bireylerine ve sağlık birimlerine acil durumlarda anlık bildirim imkânı sunar. Bu sistemlerin Sağlık Bakanlığı ile entegre biçimde yürütülmesi, müdahale süresini kısaltacağı gibi sağlık sistemine olan yükü de azaltacaktır.

Yaşlı bireylerin bağımsızlığını desteklemek aynı zamanda onların şehirle ve çevreyle kurduğu fiziksel bağların korunmasına da bağlıdır. Özellikle uzun yıllar yaşadıkları mahallesinden ayrılmak zorunda kalan yaşlılarda psikolojik travma riski oldukça yüksektir. Bu nedenle kentsel dönüşüm süreçlerinde yaşlı bireylerin yaşadıkları çevrede kalabilmesini sağlayacak modeller geliştirilmelidir. Tanıdık çevre, komşuluk ilişkileri ve aidiyet hissi, yaşlının psikolojik direncini artırır ve toplumsal bütünlük açısından da olumlu bir etki yaratır.

Son olarak, sağlık yalnızca bedenin değil, aynı zamanda ruhun da dingin olmasıdır. Bu nedenle yaşlı bireylerin inanç, anlam arayışı, değerli hissetme gibi ihtiyaçlarının da göz ardı edilmemesi gerekir. Onlara yalnızca “hizmet alan bireyler” olarak değil, “yaşam bilgeliğini taşıyan birer insan” olarak yaklaştığımızda; yaşlılık bir yük olmaktan çıkar, toplumsal bir değere dönüşür.

Yeni Bir Kamu Politikası Zamanı: Yaşlılar Geçmişimiz Değil, Geleceğimizdir

Tüm bu çıktılar ışığında artık net biçimde söyleyebiliriz: Türkiye’nin yaşlılık politikaları, yalnızca sosyal hizmetler ekseninde değil; çok disiplinli, çok sektörlü, çok kuşaklı bir vizyon çerçevesinde yeniden tasarlanmalıdır. Bu sadece bir demografik zorunluluk değil, aynı zamanda toplumsal adaletin, kültürel devamlılığın ve ekolojik sürdürülebilirliğin de gereğidir.

Yaşlılar, yalnızca bakım hizmeti alması gereken bireyler değildir. Onlar, bizi biz yapan, kültürel kimliğimizi şekillendiren, geçmişle bağ kurmamızı sağlayan, toplumsal hafızayı taşıyan canlı arşivlerdir. Başta bahsettiğim, yürütücülüğünü yaptığım EPD-Net projesi bağlamında değerlendirdiğimde de somut olmayan kültürel mirasımızın taşıyıcıları olarak; kanaatkârlık, sahip olunanı verimli kullanma, israf etmeme, dayanışma ve sadelik gibi değerleri hem yaşantılarıyla hem de öğütleriyle bize aktarmaktadırlar. Bu değerler sadece bireysel erdemler değil; aynı zamanda bugünün kriz çağında karşı karşıya olduğumuz birçok küresel sorunun çözümünde ihtiyaç duyduğumuz etik temellerdir.

Özellikle kırsalda yaşayan yaşlı bireyler, yüzyılların bilgi ve deneyimini bünyelerinde barındırıyorlar. Bu bilgi; modern bilimle henüz tam anlamıyla kayıt altına alınmamış, fakat iklim dostu ve bölgesel koşullara uyumlu yerel tarım teknikleri, geleneksel sulama yöntemleri, dönüşümlü üretim alışkanlıkları ve toprağa saygı temelli uygulamalar gibi pratiklerde somutlaşmaktadır. Aynı şekilde, kırsal mimaride kullanılan doğal malzemelerle inşa, iklime göre şekillenen ev planları, kendi kendine yeten yapı sistemleri bugün “ekolojik mimari” adı altında yeniden keşfedilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu bilgiler, yaşlıların hayatlarında zaten fiilen yaşanmış, test edilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

Dirençli şehirler inşa etmek, sürdürülebilir tarımı güçlendirmek, döngüsel ekonomiyi yerelden başlatmak istiyorsak; bu bilgeliğe kulak vermeliyiz. Yaşlılarımız, yalnızca geçmişin tanıkları değil; aynı zamanda geleceğin rehberleridir.

Çalıştayda ortaya çıkan çıktılar; sürdürülebilirliğin sağlanması bağlamında yaşlı bireylerin bilgi, deneyim ve yaşam pratiklerini de merkeze alarak hem merkezi hem yerel strateji önerilerin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kapsayıcı dijital eğitimlerden, yaş dostu planlama ilkelerine kadar her adımda, yalnızca yaşlılara yönelik değil, yaşla birlikte gelen bilgeliğe saygı duyan bir toplum inşasına katkı sağlamayı hedeflemek dirençli ve sürdürülebilir bir toplum inşa etmek için büyük önem arz etmektedir.

Unutmayalım ki; bir toplum, en çok yaşlısına verdiği değer kadar geleceğe umutla bakabilir. Geçmişi yok sayanlar, geleceğe yalnız yürürler. Ama yaşlılarıyla birlikte yol alanlar, gölgede serinleyen bir ormana benzer; kökü derin, gövdesi sağlam, meyvesi bol.

İyi haftalar dilerim…