Can Yücel'in evine gittik.

Eski Datça'da.

Girişte meydan kahvesi var.

Kahve bahçe içinde.

Bahçe kapısının üzerinde 'Orhan'ın Yeri' yazıyor.

Kahvedekilere sordum,

'Can Yücel'in evi nerede,' diye.

Bıkmışlar bu sorudan, ilgisizce;

'Şu sokağın ilerisi,' dediler.

Sokağın girişinde 'Can Yücel Sokak' yazıyor.

Dar bir sokak.

***

Ahşap, tarih öncesinden kalma bir kapı.

Kapının üzerinde, 'Burası müze değildir,' yazıyor.

Ziyarete kapalı.

Ev yüksek duvarla çevrili.

Hiçbir şey gözükmüyor.

Sadece evin balkon kısmı gözüküyor bir parça.

Beyaz, belki de kireç badanalı çok eski bir köy evi.

***

Can Yücel'in evini, yaşadığı yeri göremeyince dönüp meydan kahvesine geldik, badem kahvesi içmek için.

Bahçenin giriş kapısının yanındaki masaya oturduk.

Oturduğumuz masanın arkasındaki duvarda, 'Can Baba burada' yazıyor.

Birkaç fotoğraf, gazetelerde yayımlanmış bir iki söyleşi.

Söyleşiler 'Muhtar Orhan' diye biriyle yapılmış.

Ben duvardaki söyleşileri okurken Öyküm,

'Baba tam senlik,' diye, hemen yanımızdaki camlı bir dolabı gösterdi.

'Can Babanın yarım kalan şarabı.'

Ne!

'Can Babanın yarım kalan şarabı!'

Vay anasına!

'Evin' diye bir şarap.

Hiç duymadığım bir adı olduğuna göre ucuz, sıradan bir şaraba benziyor.

Yarısına kadar içilmiş.

Şarap kadehiyle değil de rakı kadehiyle içilmiş.

Kadehin yarısı hafif karamelize bir renk almış.

Kadehin yarısında kalan şarap buharlaşmış zamanla.

***

Çay ocağına hesabı ödemeye gidince garsona sordum,

'Delikanlı, Can Yücel'le karşılaşan var mı burada?'

'Abi ben ikibin doğumluyum.'

'Yapma ya! Boşuna gelmişsin dünyaya, bir yılla ıskalamışsın büyük şairi.'

'Orhan Amca onun arkadaşı,' dedi, sağ yanımdaki masayı gösterdi.

Başımı çevirince, bir anda irkildim.

Orhan Kemal'in romanlarından çıkıp gelmişe benzeyen zayıf mı zayıf, cılız mı cılız; kara, kuru yaşlı bir adam gördüm.

Bıyıkları da tıpkı Orhan Kemal'inki gibi; burun altı tıraşlı, dudak üstünde ince bir bıyık.

Şaka mı ulan bu!

Hemen karşısına oturdum.

***

Ben bir şey sormadan anlatmaya başladı.

Galiba beni ünlü biri zannetti.

'Yaklaşık dokuz yıl yaşadı burada,' dedi.'Bi gün sarhoş geldi benim buraya.İskele'debi pansiyonda kalıyormuş.Orada içmiş.Burada da içmeye devam etti.Ulan Muhtar, ben bu Datça'yı çok seviyorum, dedi.Beni Datçalı yapar mısın, dedi. Seni Datçalı yapmayacağım da kimi yapacağım, dedim. Bu evi buldum ona. Sıkı bir pazarlıkla, eski parayla otuz iki milyona anlaştım, on milyon da kaparo verdim.

Arayıp buldum Can Baba'yı. Seni, dedim, Datçalı yapacağım. Alırsan satılık bir ev buldum dedim. Aldım kabul ettim Muhtar, dedi.

Parasını bankadan çekmeye gittik. Orada banka müdürüyle sohbete daldı. Bankadan çıktık birkaç yerde içtik. Hiçbir şeye ilgisi yok. Baktım böyle olmayacak. Kimliğini alıp tapuya kendim gittim. Tapusunu aldım. Ev sahibine parasını ödedim. Bin lira da parası arttı. Bu tapun, bu da paranın üzeri, dedim. Bin lirayı geri verdi bana. Ben daha buradayım, dedi, birlikte yiyip içip bitireceğiz bu parayı.'

'O yarım kalan şarap nedir?'

'O mu? O şöyle, son zamanlarda, hastalığı ilerlediği için içemiyordu artık. Rakıdan şaraba döndü. Bi şarap aç bana Muhtar, demişti. Şaraptan bir bardak içti. İkinciyi doldurdu. Yarısına kadar içti. İyi gözükmüyordu. İçme artık, dedim. Ben şarabını dolapta saklarım, yarın sabah gel devam et dedim. Götürüp evine yatırdım. Bi sabah kauçuk ağacının altında şarap içiyor. Yanına vardım. Milletvekili olacağım Muhatar, dedi. Sonra da kanser olduğunu, öleceğini söyledi. İzmir'e milletvekili olmaya değil de hastaneye gitti… Ben bir ay kapattım burayı, Can Baba öldüğünde. Yas tuttum. Sonra gençler maç izleyeceğiz, dediler, açtırdılar. Ben şarabı unutmuştum, dolabı temizlerken elime geldi. Ailesine götürdüm, bu şarap Can Baba'nın şarabı dedim. Senin olsun, dediler. Ben de getirip dolaba koydum. Buraya çok gelip giden oldu. Bir keresinde bir grup insan şiir okuyor. Bir ara baktım şarabı almışlar dolaptan, elden ele dolaştırıp yudum yudum içiyorlar. Ellerinden aldım şişeyi. Kimse dokunmayacak ulan bu şaraba, bu bana Can Baba'dan hediye dedim. Bana dedi ki, ulan Muhtar Orhan, sen beni Datçalı yaptın ya, ben de seni ünlü yapacağım. Yaptı da. Çok meşhur etti beni.'

Doğru. En azından benden daha meşhur Muhtar Orhan. Şanslı adam. Kim istemez büyük bir şairin arkadaşı olmayı.

'Nerede otururdu genelde?' diye sordum.

'Biraz önce senin oturduğun masa onun masasıydı.'

'Ne! Demek tesadüfen onun masasına oturdum ha? Vay anasına! Şansa bak.'

'Evet. Hep orada otururdu.'

'Hadi gidelim artık,' dedi, Sultan.

'Sizi istediğiniz koya götüreyim, akşam da gelip alırım. Ben Muhtar Orhan'la şarap içeceğim,' dedim.

Yüzüme baktı, çok kızdı;

'Sen delirdin mi,' dedi, 'aklını mı yitirdin! Şarap içip sonra da o dağ yollarından bizi almaya mı geleceksin!'

Öykümgülüyor,

'Baba,' diyor,'şarap içmekle şair olunmayacağını sen de biliyorsun!'

Biliyorum.

Kendini aşamadığın sürece ne şair ne yazar…

Ne üzücü, insanın kendini aşabilmek için ileri atıldıkça duvara çarpar gibi kendine çarpması.