Son yıllarda üzerinde çok fazla konuşulan iki kelime var 'akıl tutulması'. Herkes kendi hayat felsefesine ve düşünsel yapısına göre beğenmediği, uygun bulmadığı bir şeyleri birilerini eleştirmek üzere genelde 'Akıl Tutulması' ifadesini kullanıyor. Aklı düşünerek anlamak ve sonuçta kavramak olarak ele aldığımızda akıl tutulmasını da bu üçlü zincirde yaşanan aksaklığın getirdiği bir sonuç olarak görmekte fayda var. Gerek bireysel gerek toplumsal olayların tamamında içinde yer aldığımız toplumda en fazla ihtiyaç duyduğumuz şeyin aklın bilimin ön planda olması gerektiğini bir kez daha göz önünde bulundurursak söz konusu kavramların ne kadar önem arz ettiğini azda olsa anlamış oluruz. Son yıllarda yaşananlarla birlikte geldiğimiz durum tam anlamıyla akıl tutulması.
Türkiye'nin politik tarihine yakından bakanlar böyle bir durumun daha önce hiç yaşanmadığını göreceklerdir. Yakın tarihimizle birlikte yoğun olarak yaşadığımız terör, şiddet, ötekileşme, kutuplaşma, özgürlüklerin kısıtlanması, basına uygulanan sansür, iç ve dış siyasette yaşanan tutarsızlıklar, ekonomideki tıkanıklık, süreklilik arz eden tutuklamalar, üniversite yönetimleri de dahil her şeyin tek ele bağlanması, yargı bağımsızlığının çok ciddi anlama tartışılır hale gelmesi, kamudan ihraçlar ve bunun gibi sayabileceğimiz birçok olayı ele alıp sadece bir an bir kenara bıraksak bile yaklaşık ülkemizi 18 yıldır yöneten bir parti ve onun kurucu liderinin Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığı günden bugüne geldikleri nokta maalesef işte bu akıl tutulmasının durağıdır. Çağdaş Ülkelerin Anayasalarını bilen Anayasa Hukukçusu hocalarımızın, akademisyenlerimizin bizi aydınlatmalarında fayda var diye düşünüyorum. Acaba hangi ülkede 'ben önce Anayasayı ihlal edeyim fiili durumu o hale getireyim sonrasında da kendi yaptıklarıma Anayasayı uydurayım' gibi bir durum olduğunu bizlere söylesinler. Tahminim böyle bir durum için söyleyecek pek bir şey bulamayacaklar. Bulamayacakları bir kaç şey daha var diye düşünüyorum, Cumhurbaşkanı yani bir partinin siyasi genel başkanı hangi ülkede Danıştay üyelerinin 12 'si sini atar? Yine aynı siyasi partinin genel başkanı hangi anayasada HSYK gibi yargı kurumlarının üyelerinin çoğunu atar? En önemlisi Anayasa Mahkemesinin 12 üyesini aynı kişi belirler? Ve bunun adına da demokrasi denir.
'Toplum yaşamında, ağırlığını üzerimizde en çok duyduğumuz kurumdur devlet. Her yönden kuşatmıştır bizi, her şeyiyle etkiler. Ve karışmadığı da yoktur: Düşüncemizden aşımıza ekmeğimize dek. Ama en az tanıdığımız da odur. Devletin ne olduğunu bilmeyiz pek. Niçin vardır? Aslında kimin adına, ne yapar? Bize bir şeyler anlatmışlardır ve onlarla yetinmemiz istenir. İşin gerçeğini biraz kurcalamaya kalksak, engel çıkarırlar, yasaklarla karşılaşırız, olmadık şeyler gelir başımıza. Demokrasi için de öyle. Sınıflı toplumların yazgısıdır bu! Oysa iyi bilmeliyiz bu kavramları; yalnız insan olarak hakkımız değil, yurttaş olarak görevimiz de. Sonra, bir yüzyılın bitiminde, özellikle demokrasi ve insan hakları, pek büyük bir güncellik kazanmış durumda ve evrensel değerler arasında; kuramdan uygulamaya geçmesi için, devletlerden olduğu kadar bireylerden beklenen de var. Böylece, ilgisiz kalamayız.' Server Tanilli hoca devlet ve demokrasiyi aynı isimli eserinde bu şekilde tanımlar.
Yıllar önce demokrasi literatürüne girmesi gereken ve içselleştirmiş olunan bir kavram ancak yaşadıklarımız bizim toplum olarak be kadar uzağına düştüğümüzü alenen gösteriyor.
Bugün Türkiye hala demokrasiyi arıyor ise işte uzağa düşen bu kafa yapısına sahip toplumsal davranışlar yüzünden arıyor. Yerleşik hale getiremediğimiz Demokrasimizin hala olmamasının sebebi Türk halkının kendi haklarını, demokrasiyi savunmada duyarsız olmasından ziyade kafa yapıları kendi çıkarları doğrultusunda belirli kalıplarda çalışan siyasilerin yarattığı koşullardır. Bu koşulları da değiştirecek olan düşünen, anlayan ve kavrayan bir toplum aklıdır. Bu toplum aklı olmadığı sürece bu kadar açık ve net olaylarda dahi Akıl tutulması yaşayacağımız ve demokrasiyi aramaktan kurtulamayacağımız da aşikardır.