Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin önderi ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sonsuzluğa uğurlayışımızın 87. yılında sevgi, saygı ve her gün artan bir özlemle anıyoruz; anmaya da devam edeceğiz…
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin ve aydınlanma devrimlerinin özetini 6 temel ilke oluşturur. Bunlar birbirini tamamlayan ve bütünleyen ilkelerdir. Birinden vazgeçmek ötekilerin tümünü işlevsiz kılar. Atatürk’e ve Cumhuriyetin kazanımlarına yöneltilen saldırılar yıllardır bu ilkeler üzerinden yürütülür. En çok saldırıya uğrayan ilkelerin başında da Laiklik ve “doğru tanımından bilerek saptırılan” Milliyetçilik ilkesi gelir.

ULUS DEVLETLER VE EMPERYALİZM…
Toprak, insan ve emek sömürüsünden başka bir şey düşünmeyen emperyalistler ele geçirmeye çalıştıkları coğrafyalarda ulus devlet yapılanmalarından hiç hoşlanmazlar. Bu nedenle Anadolu’da, “Mazlum milletlerin gözünü açan” tarihi yenilgileri sonrası çok geçmeden yerli aparatlarını yeniden oluşturdular. Gerici yobazlar, mandacılar ve muhipler ile başlatılan “seri üretim”; numaracı cumhuriyetçiler, PKK ve FETÖ (..) ile devam etti. Bunların tümünün hedefinde “milli egemenlik, ortak vatan ve milletten” oluşan üç unsurun bütünlüğünden gücünü alan ulus devletimiz vardır.
“SOĞUK SAVAŞ MİLLİYETÇİLİĞİ”
1960’lı yılların sonuna doğru zirve yapan siyasal rüzgarların sağda ve solda yer alan karşıtlarının ortak yanları; Vatan sevgisi ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan saygılarıydı. Zaten çoğu aynı mahalleden aynı sokaktan gelen idealist halk çocuklarıydı. Ama emperyalizm güdümlü derin güçlerin gençleri ortak amaçlarda birleştirmeye hiç niyetleri yoktu.
1960’ların ortasından itibaren solun yükselmesi ve toplumsal meşruiyet kazanmaya başlaması üzerine eğitim kamplarında “Soğuk Savaş Milliyetçiliği” geliştirildi. 68 Kuşağı Devrimcileri’nin büyük bir bölümü, bilerek ya da bilmeyerek “dolaylı” ABD savunuculuğuna yöneltilen bazı grupların karşısına “Yurtseverlik” kavramı ile çıktılar. Yükselen toplumsal siyasi bilinçlenme Faşist–Komünist çatışmasına dönüştürüldü; ABD/CİA destekli darbelere zemin hazırlandı.
Özellikle 68 ve 78 kuşağı gençler arasında “planlı” olarak yaratılan çatışma ortamı “Alevi-Sünni, Laik-Antilaik ve Kürt-Türk” eksenine çekilerek bugüne kadar köpürtülen çok yönlü “Milli Güç” kaybı yaratıldı. Bu süreci iyi takip edip doğru analiz edenler oyunun (!) patronlarını da figüranlarını da çok iyi bilirler.
İşte Atatürk Milliyetçiliği’nin önemi de, değeri de, gerekliliği de tam bu noktada ortaya çıkar.
NEDEN ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ?
Yeni emperyalizm, bugün neoliberal kandırmaca ve küreselleşme kılıfı ile gözüne kestirdiği ülkeleri din/mezhep/etnik kimlik tabanlı bölünmelerle içeriden zayıflatıp daha sonra kendi tahakkümü altına alarak iliğini kemiğini kurutuyor.
Bu aşamada Türkiye uzun zamandır hedef tahtasında yer alıyor.
Yıllardır oynadıkları oyunlara rağmen 102 yıldır amaçlarına ulaşamayanların önündeki en büyük engel, mayasını Atatürk Milliyetçiliği’nden alan ulus devlet yapılanmasıdır.
Atatürk Milliyetçiliği, halkın egemenliğini esas alan bir demokrasi idealini içinde barındırır. Atatürk, bu yönüyle milliyetçilik ilkesini demokratik sistemin temeline yerleştirmiştir.
Atatürk, Türk milletini ırk esasına dayandırmadığını, ‘Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.’ sözüyle ifade etmiştir. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ifadesi ise; Atatürk Milliyetçiliği’nin en temel hedefi olan “Ulusal birlik ve beraberlik” anlayışını göstermektedir.
Bu tanım, eşit yurttaşlık ve ortak vatan/yurt bağını esas alır.
Bu nedenle Atatürk Milliyetçiliği bir kişinin, sınıfın, etnik ve dinsel bir grubun değil, bir milletin siyasal iradesini yansıtan kurucu bir ilkedir.
Atatürk Milliyetçiliği, ulusal kurtuluş mücadelesi veren, tam bağımsız, çağdaş ve laik Cumhuriyetimizi kuran, devrimler yapan mazlum bir ulusun antiemperyalist milliyetçiliğidir. “Bu yönüyle ezilen uluslara örnektir, özeldir, özgündür ve öncüdür.”
SAYGI VE SEVGİYLE ANIYORUZ…
Yüz yıl sonra bu gün hala; Cumhuriyetin kurucuları, değerleri ve kazanımları ‘harici ve dahili bedhahların’ açık saldırısına uğruyorsa; Ortadoğu bataklığının “çıkmaz sokaklarında” debelenip duruyorsak, demokrasi ve özgürlük sıralamalarında yıldan yıla gerilere gidiyorsak; kadına şiddet her geçen gün daha da artıyorsa, laik, demokratik, bilimsel ve kamusal eğitim hedeflerinden sapılıyorsa, “Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğu” gerçeğinden uzaklaşılıyorsa; yeniden ‘Atatürk gibi düşünmenin’ zamanı çoktan gelmiş demektir…