84-85 yıllarıydı. İktidarda merhum Turgut Özal'ın ANAP'ı var. İhtilal sonrasının muzaffer siyasetçileri.

Aynı dönemde kazandığım hakkım olan 'yurtdışında öğretmenlik' hakkımı, 12 Eylül muktedirlerinin yurtdışına çıkışımı yasaklaması nedeniyle kullanamıyorum.

Üstelik 12 Eylül'de başlatılan cadı avı devam ettirilmekte. Bütün demokratik bilinen dostlar yer değiştirmeye zorlanıyor, rahatsız ediliyor.

Umutsuz ve mutsuz hayatımızı küçük şeylerle renklendirmeye çalışıyoruz.

Haberlerde 'memur zamları' açıklanıyor.

Hatırı sayılır bir artış var. Hayatımıza küçük bir mutluluk katan renk bizim için.

***

Köy kahvesi müdavimleri, 'Hadi gene işiniz iş.' diyorlar.

Bizde utangaç bir edayla cevaplıyoruz: 'Bu size de yarayacak. Ürünlerinizin değeri artacak.'

Gel gör ki, kazın ayağı öyle değil! İş tartışmaya dönüyor. Karşılıklı laflar, göndermeler, tabii ki o gün göremediğim köylü kurnazlığının arasında söylediğim son söz, tartışmayı bitiriyor:

'İyi ya kardeşim! Özal bize iyi zam verdi. Kayıran Allah sizi kayırsın!'

Cümlesi cümlesine böyle!

***

On – on beş gün sonra, bir şube müdürü muhakkik sıfatıyla iş yerimize soruşturmaya geldi. Hakkımızda şikayet varmış.

Bilen bilir. İlçelerde soruşturmaya müfettiş gelirse, itirazını valiliğe yaparsın. Şube müdüründen muhakkik olmuşsa itiraz mercii kaymakamlıktır.

İtiraz edip temiz çıkabilme ihtimalini şansa bırakmamışlar. Müfettişlerin yasal hareket etmelerinden çekiniliyor. Bu nedenle muhakkik, şube müdürü; emir kulu…

Anlayacağınız tezgah hazır.

***

'Köy kahvesinde 'Özal bize iyi zam verdi. Kayıran Allah sizi kayırsın!' dedin mi?'

'Evet!'

'Ne amaçla söyledin?'

'Maaşım artacak. Bunun yarattığı mutluluk duygusuyla.'

'Hımmmm!'

'Ne var bunda?'

'Bak hükümet bize veriyor, size vermiyor, demiş oluyorsun.'

'Eeeee!'

'Halkı isyana teşvik ediyorsun.'

'Yapma ya!'

***

Tezgah düzgün işliyor. Bir süre sonra, gerçekte 'halkı isyana teşvik etmek'ten, yasal maddesiyle 'uzun süre aynı yerde çalışarak yıpranmışlıktan dolayı görev yeri değişikliği' kararı çıkıyor.

Tam adı: 'Sürgün'.

Eşimi, biri 7, diğeri 2 yaşındaki çocuklarımı o köyde bırakarak, soluğu 150 km uzaklıktaki bir orman köyünde alıyorum.

***

Aradan yıllar geçti.

O zaman, ilçeye özel görevle, tüm demokrat unsurları kazımaya, rahatsız etmeye gelen müdür bey(!) görevini gereği gibi yaptı. İlginçtir ki, kısa bir zaman sonra muhakkik deryası(!) şube müdürü ile müdür beylerin kendileri de aynı tezgahın dişlilerine takıldılar.

Pislik tutan el kirlenir. Üstünde yürüyenin de paçası…

Geçmişimde benim gibi düşünmeyen, ama saygıyla andığım insan sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Ellerinde pislikle dolaşan, kendilerini nefretle andığım insan sayısı azınlıktır. Ama attıkları iz bırakan çamur nedeniyle hayatımızdaki etkileri daha fazladır.

Ne yazık ki, düşüncesi ne olursa olsun, 'iyiler, kötüler kadar cesur değil.'

***

Alıştık artık. Söylediklerinin, yazdıklarının altında bir şeyler aranması, başka anlamlar yüklenmesi, senin aklına gelmeyecek şekilde cümlelerin eğreltilenmesi…

Halka 'istikrar' diye yutturulan, aslı 'istibdat' olan tek parti iktidarları dönemlerinde muhalif dile sahip olanların yaşadığı olağan olaylar.

En son örneği Can Dündar ve Erdem Gül.

***

Eğer, hakkında suç isnat edilmek istendiğini anlıyorsan, 'Hava bulutlu, galiba yağmur yağacak.' deme sakın!

'Vay, sen bana ördek dedin!'

'Ne alaka?'

'Yağmur yağınca çukur yerlerde su toplanacak. Su birikintisinde ne yüzer?'

***

Doğal bir sözden 'metafor' çıkarmak bu kadar basit. Üstelik de siyasileşmiş, uzmanlaşmış bu kadar 'sav' gücü olan kişi varken…

'Yoksa bu kadar okuyan, yazan, düşünen, aydın insanla nasıl başa çıkılır!'