Eskiden…
Eskiden dediysek çok da eskiden değil.
Daha dün gibi hatırlıyor insan.
Zaman ne kadar da hızlı geçiyor.
Ve her şey nasıl da değişiyor.
Yani…
Yani yanardöner bir dünya!
***
Eskiden…
Eskiden demeyelim de, yakın zamana kadar yoksulluktan söz eden aydınlar…
Yoksulluğu konu eden yazarlar, şairler komünistlikle suçlanırdı.
Komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle yakalanıp (!) hapse atılırlardı.
Az can yanmadı bu yüzden.
***
Sivil polisler ev basardı güpegündüz.
Yazarların, şairlerin…
Aydınların evlerinde, kitaplıklarında…
Yazıp çizdiklerinin arasında komünizm propagandası ararlardı.
Yoksulluktan mı söz etmiş yazdığı hikayede, yazıda, şiirde?
Tamam işte!
Yazılı neşriyat yoluyla komünizm propagandası yapmaktan…
***
Şairlerin, yazarların gittiği meyhanelere sivil polisler giderdi.
Yan masaya kurulup yazarların ne konuştuğunu rapor ederlerdi.
Kulak kesilirlerdi, yoksulluktan…
Yoksulların haklarından falan söz ediyorlar mı, diye.
***
Adeta, tüm ülkede yasaktı yoksulluktan, fakirlikten…
Yoksuldan, fakir fukaradan söz etmek…
Yoksul Anadolu halkının çilesini anlatmak…
Yazıp çizmek suçtu.
***
Bu günlerdeyse…
Garip bir şekilde, yoksulluk…
Fakirlik övülüyor.
Yüceltiliyor.
Hatta,
'Belki de öbür dünyada biz, bu dünyadaki yoksullara gıptayla bakacağız!' gibi sözlerle, öbür dünyada yoksulların cennete gideceği mesajı veriliyor…
Yani bu dünyada fakirliğe devam!
Sabret, nasıl olsa öbür dünyada…
İyi güzel de…
Ne demişti Refik Durbaş, 'Çırak Aranıyor' şiirinde?
'Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?

Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?

Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta.'
İyi güzel de…
Fakirlik hep bize
Bize mi düşer usta?