İsviçre'de araştırma kurumu Demoscope Enstitüsü uyguladığı anketler sonucunda ortaya bir tez attı.

Her İsviçre vatandaşına ve beş yıldan fazla çalışma izni olan yabancılara, çalışarak kazandıklarından ayrı olarak, her ay (bizim paramızla) 7500 TL, 18 yaşından küçüklere 1800 TL temel aylık ödenmesi teklif edildi.

Teknolojinin robotik sistemlerle donanmasının, ekonomideki değişmelerin düzenli ve iyi bir iş bulmanın önünü tıkadığı, çalışanların da yaratıcılığının azaldığı iddia edildi.

'Yoksulluk ve eşitsizliğe çözüm' olarak sunuldu.

Aslında çok hoş bir düşünceydi. Toplumsal eşitliğin sağlanma ihtimali vardı.

Hükümet ve bazı partiler karşı çıktılar.

Maliyet çok yüksekti. Ekonomiye sekte vurabilir, insanları çalışmaktan caydırabilir, vergilerin yükselmesine neden olabilirdi.

'Marksist bir rüya' olarak nitelendi teklif.

***

Ve referanduma gidildi.

Halk bu cazip teklifi reddetti.

'Hak etmeden bedava para almam' hamasetini geçtim;

İsviçreliler, 'ekonomik dengelerin bozulacağı'ndan, sonucunda da 'toplumsal oluşum ve değerlerin erozyona uğrayabileceği'nden kaygı duymuşlardı.

Seçmenin % 77'si yattığı yerden, üstelik bizim standartlarımıza göre oldukça yüksek gelire karşı çıktı.

Zor şartlarla kurulan 'devlet korunmalıydı.'

***

Bir zamanlar Almanya'da devlet, süt fiyatlarında indirime gitmişti.

Halk daha ucuza süt içecekti.

Sivil alandaki uzun tartışmalardan sonra, 'besiciler'in zor duruma düşeceği, ekonomik dengenin bozulacağı ortak anlayışına gelindi.

Bizzat sütü tüketen halk, yapılan indirimi protesto etti. Su veya kimyasal gıda maddeler katılmış, yağı alınmış sağlıksız süt içmek istemiyorlardı.

İndirim kaldırılıp süt fiyatları yeniden arttırıldı.

'Sosyoekonomik denge' korundu.

***

Gelişmiş ülkelerde böyle popülist çıkışlar olabiliyor. Halkın çıkarına bazı kararlar alınabiliyor. Ama halk, demokrasi kültürünün işlerliği içinde, kendi çıkarlarını bir kenara koyarak devlet kurağının yıpratılmasının önüne geçebiliyor.

Üniter yapının ana motoru ve bütünü içeren devletin; 'Malazgirt'ten Çaldıran'a' hamasetiyle değil, 'akıl'la ayakta kalabileceğini ve güçlü olabileceğini biliyor.

'Ekonomik denge'yi bozdurmuyor.

Devletini kutsuyor ve 'önce devletim' diyor.

***

Khalid Hosseini'nin 'Uçurtma Avcısı' kitabından bir bölüm geldi aklıma:

Afganistan'dayken oldukça zengin bir ağa olan Baba, ülkesinin işgal edilmesiyle zorunlu göç ettiği Amerika'da sosyal yardım bürosunun verdiği yiyecek kuponlarıyla hayatını sürdürmektedir.

Bir benzin istasyonunda pompacılık işi bulunca, yaşlılığına bakmaksızın, denetim memurunun tüm ısrarlarına rağmen yiyecek kuponlarının hepsini iade eder.

'Afganistan'da çalıştım, Amerika'da da çalışacağım. Çok teşekkür ederim, ama artık sadaka istemiyorum.' der.

***

Yarım ton kömür, bir paket makarna oyununa alet olanları hatırlayınca;

İçim burkuluyor.

Propaganda malzemesi yapılan, 100-200 TL'lik zam vaatleriyle kandırılmaya çalışılan halkımı düşününce;

Yüreğim acıyor.

'Devlet malı deniz…' yaklaşımıyla devletimin; etinden, sütünden, derisinden pay kapmayı; yetmedi iliğinden, kemiğinden yararlanmayı ilke edinenleri duyunca;

Öfkem kabarıyor.

***

Bizde yok mu?

Şu elin yabancısındaki onur!

Ve 'onurlu 'hayır'lar' diye düşünmeden edemiyorum.