Eskişehir ve Türkiye siyasetinde yaygın eğilim, sanayici ve tacir kesimin öne çıkarılması. Buna genel seçim sürecinde akıl almaz ölçüde şahit olmuştuk. Genel seçim süreci tamamlanmadan esmeye başlayan yerel seçim sürecinde de sanayicilerin parlatılmasına tanık olmaya devam ediyoruz. Basının yakından takip ettiği isimleri burada ayrıca zikretmeye gerek yok.
Eskişehir ve Türkiye siyasetinde yaygın eğilim, sanayici ve tacir kesimin öne çıkarılması. Buna genel seçim sürecinde akıl almaz ölçüde şahit olmuştuk. Genel seçim süreci tamamlanmadan esmeye başlayan yerel seçim sürecinde de sanayicilerin parlatılmasına tanık olmaya devam ediyoruz. Basının yakından takip ettiği isimleri burada ayrıca zikretmeye gerek yok.
Eskişehir'de yerel seçimler için yazılı-görsel ve sosyal medyada alternatif olarak tartışılan isimlerin ortak özelliği, hepsinin sınai veya ticari faaliyetlerde bulunması, kısacası zengin olması. Peki şehri veya ülkeyi yönetmesi için öne çıkarılan bu isimler, hangi kesimin temsilciliğini yapacak? Şehrin veya ülkenin sahip olduğu sorunları çözmek, yine bu sorunlarda parmağı olan kesime mi düşecek? Söz konusu kesim, toplumun sınıfsal yapısı içerisinde ne derece bir ağırlığa sahip? Siyaset, tarih boyunca farklı coğrafyalarda bu kesimler tarafından mı şekillendi?
Toplumun Büyük Çoğunluğu Ücretlilerden Oluşuyor
Yanıt aramaya toplumun sınıfsal yapısını ele alarak başlamakta yarar bulunuyor. Hepimizin bildiği üzere toplumsal yaşamın devamlılığı, üretim süreçleriyle birlikte mümkün. Kapitalist toplum düzeni içinde hepimiz üretim sürecine farklı bir statüyle katılıyoruz.
Türkiye'nin de üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), bu statüleri 1993 yılında yaptığı bir sınıflandırmayla 6 grupta ele alıyor: ücretli çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar, üretim kooperatifi üyeleri, ücretsiz aile işçileri ve sınıflandırmayan statüde yer alanlar. Bu sınıflandırmada önemli olan kriter, ekonomik risk alma ve iş üzerinde otorite sahibi olma durumu. ILO, 2018 yılında bu sınıflandırmayı gözden geçirerek kendi hesabına çalışanları da bağımlı ve bağımsız olmak üzere ikiye ayırdı. Son kertede ekonomik risk durumuna göre bir sınıflandırma yapıldığında, bu gruplarda yer alanlar ücret ve kar geliri elde edenler olarak iki gruba ayrılıyor.
ILO tarafından yayımlanan son istatistiklere göre (2021), Türkiye'de istihdama katılanların yüzde 70'i bağımlı, yüzde 30'u ise bağımsız statüdedir. Bağımsız statüde yer alanların ise sadece yüzde 15'i işveren niteliği taşıyor. Geriye kalan yüzde 85'lik kesim ise sermayesiyle birlikte fiziksel gücünü de kullanmak durumunda olanlardan -yani esnaf ve sanatkarlardan- ve ücretsiz aile işçilerinden oluşuyor (Kaynak: ILOStat). İşverenlerin toplam istihdam içerisindeki oranı ise sadece binde 4! İstatistiklerde dikkat çeken önemli bir husus ise işverenler içerisinde kadınların oranı sadece yüzde 11! Bu tablo, Türkiye'de işverenlerin sayısal olarak küçük bir kesimden oluştuğunu ve bu statünün büyük oranda erkeklere özgü olduğunu gösteriyor. Ücretsiz aile işçisi olarak sosyal güvenlik şemsiyesinin dışında kalanlar içinde ise kadınların büyük bir ağırlığı bulunuyor (yüzde 67).
Tüm bu veriler, Türkiye'nin istihdam yapısını göstermesi açısından önem arz ediyor. Diğer taraftan ulusal ölçekte yayımlanan istatistiklere de göz atmak yerinde olacak. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) en son yayımlanan Haziran-2023 Temel İşgücü Göstergeleri'ne göre Türkiye'nin 15 yaş ve üzerindeki nüfusu (aktif nüfus olarak tabir edilir), 65 milyon 400 bin. Bu kişilerden işgücüne dahil olanların (istihdam edilenler ve işsizler) sayısı 34 milyon 629 bin. Bunların 31 milyon 291 bini istihdam edilirken, 3 milyon 337 bini ise kayıtlı işsiz. DİSK Araştırma Merkezi'nin (DİSK-AR) araştırmasına göreyse geniş tanımlı (yani gerçek) işsiz sayısı 9 milyon 200 bini aşmıştır. Dolayısıyla Türkiye'de işgücüne dahil olan 34 milyondan fazla kişi, aileleriyle birlikte ele alındığında, bu kişileri siyasetin nesnesi değil öznesi olarak düşünmek zaruridir! Bu kişileri yönetmek ve onların sorunlarını çözmek için varsıl kesimden beklentiye girmek ise Türkiye'nin yaşadığı en büyük çelişki!
Siyaset Her Zaman ve Her Yerde Zenginler Tarafından mı Şekillendi?
Antik Yunan'da siyaset, aristokrat sınıfın bir uğraşıydı. Köleler fiziksel üretimde yer alırken, zenginler düşünmekle ve siyaset üretmekle meşguldü. Feodal toplum döneminde de bu işlevleri seçkin sınıf yerine getirirken, yarı-köle olarak nitelendirilen serfler toprağa bağlı üretimde yer alıyordu.
Kapitalist toplum döneminde ise siyasette burjuva diye tabir edilen sanayiciler ve tüccarlar hakim olmaya başladı. Bunu hızlandıran etmenlerden birisi 1750'li yıllarda İngiltere'de başlayan teknolojik devrim, diğeri ise 1789 yılındaki Fransız Devrimi oldu.
Teknolojik devrim, üretimin fabrikalarda büyük bir hızla sürdürülmesini sağladı. Öte yandan bu sistem, işçilerin ağır çalışma ve yaşam koşullarını beraberinde getirdi. Günde 18 saate varan çalışma süreleri ve sadece sonraki gün işe gelebilecek kadar ücret ödenmesi bu koşullardan sadece ikisi. Ayrıca Friedrich Engels'in tespitlerine göre 1800'lü yıllarda Avrupa'da işçilerin ortalama yaşam süresi 38-40 arasındaydı.
Ailelerinin ve kendilerinin geçimini, sadece emek gücünü satarak sağlayabilen işçiler, koşullarının iyileştirilmesi için siyasetle uğraşmak zorundaydı. Ancak o yıllarda siyaset, tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi zenginlerin tekelindeydi. Örneğin milletvekili seçilebilmek için belirli bir malvarlığının bulunması şartı vardı. Dolayısıyla parlamentoda aristokrat ve burjuva sınıfından başka kesim yoktu.
İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için girdiği siyasal mücadelelerden en önemli örnek, 1830'lu yıllarda İngiltere'de başladı. 'Çartist Hareket' olarak bilenen bu hareket, işçilerin siyasal alanda temsiliyetini amaçlıyordu. Bunun için mücadele yöntemi olarak ise parlamentoya toplu dilekçe sunulması benimsenmişti. Çartistler, 1838-1842 ve 1848 yıllarında parlamentoya üç ayrı dilekçe sunmuşlardı. Bu dilekçelerdeki talepler: genel oy hakkı, gizli oyla seçim, parlamentonun yılda bir kez toplanması, parlamento üyelerine maaş bağlanması, parlamento üyesi olmak için gereken mülkiyet zorunluluğunun kaldırılması ve seçim bölgeleri arasında eşitliğin sağlanmasıydı. Tüm bu talepler, işçilerin siyaset sahnesinde yer alarak kendilerine dayatılan koşullardan kurtulması amaçlarını içeriyordu. Çartist Hareket ilk aşamada başarısız olsa da sonraki dönemde kazanılan genel oy hakkının elde edilmesinde önemli bir payı oldu.
Bugün, Türkiye'de ve kentimizde tam tersine sanayici ve tacir egemenliğinde siyasetin şekillenmesini isteyen grubun ağırlıklı olduğu görülüyor. Bu kesim, popülist hamleleri ustalıkla kullanarak şehirde ve ülke siyasetinde iktidara gelmeyi amaçlıyor.
Bu kesimin belediyelere yönelik eleştirilerine bakıldığında, konut sorununun ön plana çıktığı görülüyor. Oysa konut fiyatlarındaki artışın nedeni ülkenin içinde bulunduğu iktisadi bunalım. Bunu bilim insanları yeterince dile getiriyor. Öte yandan bu sorun, şu anda Türkiye'nin neredeyse bütün şehirlerinde yaşanıyor.
Bahsi geçen isimler, konut fiyatlarındaki sorunun çözümünü samimiyetle istiyorsa, bu konuda geçtiğimiz günlerde Kristal-İş Eskişehir Şube Başkanı Erdal Akyazı'nın dile getirdiği öneriyi dikkate alabilirler. Eğer organize sanayi bölgesinde yer alan işletmeler, Anayasa'da, uluslararası sözleşmelerde ve yasalarda yer alan sendikalaşma ve toplu pazarlık haklarına saygı gösterirse, işçilerin alım güçleri artacak ve barınma sorunu ortadan kalkacaktır. Ancak işçi kampı uygulamasıyla işçilerin ulaşım maliyetlerini azaltmak amaçlanıyorsa da niyet bariz bir biçimde üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
Bir Teşekkür
9 Ağustos 2023 tarihinde bu köşede yayımlanan 'URAYSİM'de Madalyonun Diğer Yüzü' başlıklı yazıda önemli bir hatayı fark etmemi sağlayan değerli hocam Tarık Sayer'e çok teşekkür ederim.
Eskişehir'de yerel seçimler için yazılı-görsel ve sosyal medyada alternatif olarak tartışılan isimlerin ortak özelliği, hepsinin sınai veya ticari faaliyetlerde bulunması, kısacası zengin olması. Peki şehri veya ülkeyi yönetmesi için öne çıkarılan bu isimler, hangi kesimin temsilciliğini yapacak? Şehrin veya ülkenin sahip olduğu sorunları çözmek, yine bu sorunlarda parmağı olan kesime mi düşecek? Söz konusu kesim, toplumun sınıfsal yapısı içerisinde ne derece bir ağırlığa sahip? Siyaset, tarih boyunca farklı coğrafyalarda bu kesimler tarafından mı şekillendi?
Toplumun Büyük Çoğunluğu Ücretlilerden Oluşuyor
Yanıt aramaya toplumun sınıfsal yapısını ele alarak başlamakta yarar bulunuyor. Hepimizin bildiği üzere toplumsal yaşamın devamlılığı, üretim süreçleriyle birlikte mümkün. Kapitalist toplum düzeni içinde hepimiz üretim sürecine farklı bir statüyle katılıyoruz.
Türkiye'nin de üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), bu statüleri 1993 yılında yaptığı bir sınıflandırmayla 6 grupta ele alıyor: ücretli çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar, üretim kooperatifi üyeleri, ücretsiz aile işçileri ve sınıflandırmayan statüde yer alanlar. Bu sınıflandırmada önemli olan kriter, ekonomik risk alma ve iş üzerinde otorite sahibi olma durumu. ILO, 2018 yılında bu sınıflandırmayı gözden geçirerek kendi hesabına çalışanları da bağımlı ve bağımsız olmak üzere ikiye ayırdı. Son kertede ekonomik risk durumuna göre bir sınıflandırma yapıldığında, bu gruplarda yer alanlar ücret ve kar geliri elde edenler olarak iki gruba ayrılıyor.
ILO tarafından yayımlanan son istatistiklere göre (2021), Türkiye'de istihdama katılanların yüzde 70'i bağımlı, yüzde 30'u ise bağımsız statüdedir. Bağımsız statüde yer alanların ise sadece yüzde 15'i işveren niteliği taşıyor. Geriye kalan yüzde 85'lik kesim ise sermayesiyle birlikte fiziksel gücünü de kullanmak durumunda olanlardan -yani esnaf ve sanatkarlardan- ve ücretsiz aile işçilerinden oluşuyor (Kaynak: ILOStat). İşverenlerin toplam istihdam içerisindeki oranı ise sadece binde 4! İstatistiklerde dikkat çeken önemli bir husus ise işverenler içerisinde kadınların oranı sadece yüzde 11! Bu tablo, Türkiye'de işverenlerin sayısal olarak küçük bir kesimden oluştuğunu ve bu statünün büyük oranda erkeklere özgü olduğunu gösteriyor. Ücretsiz aile işçisi olarak sosyal güvenlik şemsiyesinin dışında kalanlar içinde ise kadınların büyük bir ağırlığı bulunuyor (yüzde 67).
Tüm bu veriler, Türkiye'nin istihdam yapısını göstermesi açısından önem arz ediyor. Diğer taraftan ulusal ölçekte yayımlanan istatistiklere de göz atmak yerinde olacak. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) en son yayımlanan Haziran-2023 Temel İşgücü Göstergeleri'ne göre Türkiye'nin 15 yaş ve üzerindeki nüfusu (aktif nüfus olarak tabir edilir), 65 milyon 400 bin. Bu kişilerden işgücüne dahil olanların (istihdam edilenler ve işsizler) sayısı 34 milyon 629 bin. Bunların 31 milyon 291 bini istihdam edilirken, 3 milyon 337 bini ise kayıtlı işsiz. DİSK Araştırma Merkezi'nin (DİSK-AR) araştırmasına göreyse geniş tanımlı (yani gerçek) işsiz sayısı 9 milyon 200 bini aşmıştır. Dolayısıyla Türkiye'de işgücüne dahil olan 34 milyondan fazla kişi, aileleriyle birlikte ele alındığında, bu kişileri siyasetin nesnesi değil öznesi olarak düşünmek zaruridir! Bu kişileri yönetmek ve onların sorunlarını çözmek için varsıl kesimden beklentiye girmek ise Türkiye'nin yaşadığı en büyük çelişki!
Siyaset Her Zaman ve Her Yerde Zenginler Tarafından mı Şekillendi?
Antik Yunan'da siyaset, aristokrat sınıfın bir uğraşıydı. Köleler fiziksel üretimde yer alırken, zenginler düşünmekle ve siyaset üretmekle meşguldü. Feodal toplum döneminde de bu işlevleri seçkin sınıf yerine getirirken, yarı-köle olarak nitelendirilen serfler toprağa bağlı üretimde yer alıyordu.
Kapitalist toplum döneminde ise siyasette burjuva diye tabir edilen sanayiciler ve tüccarlar hakim olmaya başladı. Bunu hızlandıran etmenlerden birisi 1750'li yıllarda İngiltere'de başlayan teknolojik devrim, diğeri ise 1789 yılındaki Fransız Devrimi oldu.
Teknolojik devrim, üretimin fabrikalarda büyük bir hızla sürdürülmesini sağladı. Öte yandan bu sistem, işçilerin ağır çalışma ve yaşam koşullarını beraberinde getirdi. Günde 18 saate varan çalışma süreleri ve sadece sonraki gün işe gelebilecek kadar ücret ödenmesi bu koşullardan sadece ikisi. Ayrıca Friedrich Engels'in tespitlerine göre 1800'lü yıllarda Avrupa'da işçilerin ortalama yaşam süresi 38-40 arasındaydı.
Ailelerinin ve kendilerinin geçimini, sadece emek gücünü satarak sağlayabilen işçiler, koşullarının iyileştirilmesi için siyasetle uğraşmak zorundaydı. Ancak o yıllarda siyaset, tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi zenginlerin tekelindeydi. Örneğin milletvekili seçilebilmek için belirli bir malvarlığının bulunması şartı vardı. Dolayısıyla parlamentoda aristokrat ve burjuva sınıfından başka kesim yoktu.
İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için girdiği siyasal mücadelelerden en önemli örnek, 1830'lu yıllarda İngiltere'de başladı. 'Çartist Hareket' olarak bilenen bu hareket, işçilerin siyasal alanda temsiliyetini amaçlıyordu. Bunun için mücadele yöntemi olarak ise parlamentoya toplu dilekçe sunulması benimsenmişti. Çartistler, 1838-1842 ve 1848 yıllarında parlamentoya üç ayrı dilekçe sunmuşlardı. Bu dilekçelerdeki talepler: genel oy hakkı, gizli oyla seçim, parlamentonun yılda bir kez toplanması, parlamento üyelerine maaş bağlanması, parlamento üyesi olmak için gereken mülkiyet zorunluluğunun kaldırılması ve seçim bölgeleri arasında eşitliğin sağlanmasıydı. Tüm bu talepler, işçilerin siyaset sahnesinde yer alarak kendilerine dayatılan koşullardan kurtulması amaçlarını içeriyordu. Çartist Hareket ilk aşamada başarısız olsa da sonraki dönemde kazanılan genel oy hakkının elde edilmesinde önemli bir payı oldu.
Bugün, Türkiye'de ve kentimizde tam tersine sanayici ve tacir egemenliğinde siyasetin şekillenmesini isteyen grubun ağırlıklı olduğu görülüyor. Bu kesim, popülist hamleleri ustalıkla kullanarak şehirde ve ülke siyasetinde iktidara gelmeyi amaçlıyor.
Bu kesimin belediyelere yönelik eleştirilerine bakıldığında, konut sorununun ön plana çıktığı görülüyor. Oysa konut fiyatlarındaki artışın nedeni ülkenin içinde bulunduğu iktisadi bunalım. Bunu bilim insanları yeterince dile getiriyor. Öte yandan bu sorun, şu anda Türkiye'nin neredeyse bütün şehirlerinde yaşanıyor.
Bahsi geçen isimler, konut fiyatlarındaki sorunun çözümünü samimiyetle istiyorsa, bu konuda geçtiğimiz günlerde Kristal-İş Eskişehir Şube Başkanı Erdal Akyazı'nın dile getirdiği öneriyi dikkate alabilirler. Eğer organize sanayi bölgesinde yer alan işletmeler, Anayasa'da, uluslararası sözleşmelerde ve yasalarda yer alan sendikalaşma ve toplu pazarlık haklarına saygı gösterirse, işçilerin alım güçleri artacak ve barınma sorunu ortadan kalkacaktır. Ancak işçi kampı uygulamasıyla işçilerin ulaşım maliyetlerini azaltmak amaçlanıyorsa da niyet bariz bir biçimde üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
Bir Teşekkür
9 Ağustos 2023 tarihinde bu köşede yayımlanan 'URAYSİM'de Madalyonun Diğer Yüzü' başlıklı yazıda önemli bir hatayı fark etmemi sağlayan değerli hocam Tarık Sayer'e çok teşekkür ederim.