Yerel seçimler yaklaştıkça, çeşitli düşünce akımlarından ve tarihsel deneyimlerden esinlenen siyasal analizler geleneksel ve yeni medyada genişçe yer buluyor.

Vatandaşların siyasal tercihini etkilemesi muhtemel unsurlar üzerinde sıkça duruluyor. Bunlardan birisi de mevcut ekonomik tablo! Bu tablodan hareketle, 31 Mart’ın 1989 yılındaki yerel seçimler gibi sonuçlanıp sonuçlanmayacağı üzerine çeşitli tartışmalar yürütülüyor. Herkesin cevap aradığı soru: ülke ekonomisine ve gelir dağılımı adaletsizliğine yönelik göstergeler, siyasi tutum ve davranışlar üzerinde belirleyici olacak mı?

Hayri Kozanoğlu, Birgün Gazetesi’ndeki “Zengini Daha Zenginleştiren AKP Düzeni” başlıklı yazısında, gelir dağılımı ve yoksulluk konusundaki önemli bir detaya değindi. Toplumun en yüksek gelirli yüzde 10’luk diliminin toplam gelirden aldığı payın en yoksul yüzde 40’lık dilimin payına oranı olarak ifade edilen Palma oranına dikkat çekti. TÜİK’in gelir dağılımı, yoksulluk ve yaşam koşulları araştırmalarında yer almayan bu oran, bir ülkenin yoksulları ile zenginleri arasındaki makasın ne denli açık olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli bir gösterge. Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama 1 olan bu oran, günümüzde Türkiye’de 2’nin üzerine çıkmış durumda. Özetle Türkiye nüfusunun en zengin yüzde 10’luk dilimi, en yoksul durumda olan yüzde 40’ının iki katından fazla gelire sahip!

            Bir başka önemli ekonomik gösterge ise enflasyon ve paranın satın alma gücü. Oransal olarak ücretlerde ne denli artış yapılırsa yapılsın, paranın satın alma gücünün düşmesine bağlı olarak Türkiye’de yoksulluk giderek daha büyük boyutlara ulaşıyor. Kurumsal istatistik organı olan TÜİK, enflasyon ve benzeri ekonomik göstergeleri ne düzeyde açıklarsa açıklasın, vatandaşın alım gücü gitgide azalıyor ve bu durum resmi hesapların da ötesinde fiilen daha çok hissediliyor.

            Enflasyonu önlemek bir yana, ekonomi yönetimindeki büyük hatalar tetiklemeye devam edecek gibi gözüküyor. Mahfi Eğilmez’e göre bu hataların başında yanlış maliye ve para politikası ile çelişkili ekonomi politikalar geliyor. Yanlış maliye ve para politikası ile çelişkili ekonomi politikalarının izlenmesi, vatandaşın satın alma gücündeki bozulmayı her geçen gün daha da şiddetlendiriyor.

            Ekonomi yönetimindeki hatalar, yalnızca bununla da sınırlı değil. Politika yürütülmesinin merkezinde yer alan kurumlarda bir ciddiyetsizlik ve keyfilik söz konusu. Daha önce enflasyona ilişkin verileri apartman görevlisi Sadık abiden edinen, konut fiyatlarındaki artış nedeniyle annesinin evinde yaşamak zorunda kalan Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın istifası da ciddiyetsizliği ortaya koyan örneklerden birisi. Bir başka trajikomik örnek ise Nureddin Nebati. Ülkedeki ekonomi yönetiminde son yıllarda yaşanan gelişmelere bakıldığında, vatandaşlar açısından hayati derecede önem taşıyan ekonomi politikalarına gerekli hassasiyetin gösterilmediği gibi bir durum söz konusu…

            Ülkede bu şartlar altında yerel seçimlere gidiliyor. Gerek iktidar gerekse muhalefet partilerinin gündemi ise yerel seçimlerle son derece meşgul durumda. Siyasiler şu anda İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i, Eskişehir’i, Bursa’yı ve benzeri büyükşehirleri kazanmaya odaklanmış durumdalar. Bunun dışındaki konular ise rafa kaldırılmış gibi gözüküyor. Depremin yaraları hâlen sarılamamış ve sorunlar giderek büyürken, Hatay Büyükşehir Belediyesi üzerinden yürüyen propaganda süreçleri bu ülkenin en büyük talihsizlikleri arasında yer alıyor. Hassa’da köylülerin tek geçim kaynağı olan zeytinliklerin yerine inşaat yapılması, Nevşin Mengü’nün gündeme getirmesiyle mümkün olabiliyor.

            Çalışma hayatına ilişkin gelişmeler de siyasetin ve ana akım medyanın gündeminde yeterince öneme sahip olamıyor. Kuryelerin, kamu işçilerinin ve diğer istihdam gruplarının yaptığı eylemler, sendikal örgütlenme sürecinde yaşanan işten çıkarmalar ve buna karşı yapılan protestolar, toplu iş sözleşmelerinde elde edilen kazanımların dörtnala enflasyon nedeniyle erimesi, özel sektörde çalışan büyük bir kesimin (yüzde 93) sendikal haklara erişememesi gibi pek çok sorun siyasetin gündeminde yer edinemiyor. Bununla birlikte “iş yasalarını tek çatı altında birleştirme” adı altında çalışma yaşamındaki esneklik uygulamalarını arttırmaya dönük düzenleme girişimi hiç kimsenin gündeminde değil. Yazılı ve görsel basında birkaç duyarlı gazete dışında bu gelişmeleri takip etmek mümkün değil.

            Yerel seçimlerde başarı elde etmek dışında bir noktaya odaklanılmaması, bu yazıda belirtilen ve daha birçok sorunun daha da derinleşmesine yol açacaktır. Benzeri bir ekonomik tablonun yaşandığı 1989 koşullarında yerel seçimler, vatandaşların iktidarda yer alan Anavatan Partisi (ANAP)’ne sert bir mesaj vermesiyle sonuçlanmıştı. Yerel seçimlerde ANAP, en büyük şoklarından birisini yaşamıştı. Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), ülke genelindeki oyların yaklaşık yüzde 33’ünü, ANAP ise yaklaşık yüzde 23’ünü almıştı. Eskişehir’in de aralarında yer aldığı birçok büyükşehir ve il belediyesi SHP tarafından kazanılmıştı.

31 Mart 2024 nasıl sonuçlanır bilinmez, ancak siyasi partilerin geçmişteki örnek vakaları dikkate alarak yoluna bakması gerekir. Öncelik, toplumdaki gelir dağılımı adaletinin sağlanmasına yönelik politikalar olmalı ve her bir vatandaşın alım gücünün korunması -hatta arttırılması- hedeflenmeli. Yurttaşların siyasal tercihinde ekonomik ve sosyal göstergelerin ne derece önem taşıdığını 31 Mart 2024 akşamında göreceğiz…