Sendikal haklar, Anayasa, uluslararası sözleşmeler, yasalar ve sair mevzuat çerçevesinde çalışanlara tanınmıştır. Sendikal haklar hukuken tüm çalışanlara tanınmış olmasına rağmen, fiilen kullanımı sorunlu bir alan teşkil eder.

Sendikal hakların kullanımının önündeki en büyük engel, işverenlerin sendika karşıtı tutumu nedeniyle çalışanlara baskı uygulaması. Sendikal nedenlerle işten çıkarmalar, sendikadan istifa baskısı ve sendikalı işçilere yönelik ayrımcı uygulamalar, söz konusu baskının en sık görülen biçimleri arasında yer alıyor.

            Son yıllarda işverenlerin sendikal haklara yönelik baskılarına verilebilecek birçok örnek var. En son örnek olarak ise Liman-İş Sendikası’nın Gemlik’te faaliyet gösteren bir limandaki örgütlenme faaliyetleri sırasında karşılaştığı tabloyu vermek mümkün. Söz konusu işveren, Mart ayında 4 işçiyi işten çıkarmıştı. Ardından ise işten atılan arkadaşlarına destek olmak için eyleme geçen 24 işçi “yüz kızartıcı suç” gerekçesiyle işten çıkarıldı.

Yüz kızartıcı suç, elbette hiçbir yurttaşımızın kabul edemeyeceği suçlar arasında. Ancak geçmiş birçok örnekte görülüyor ki; işyerlerinde sendikalaşmayı engellemek isteyen işverenler, türlü nedenlerle (sudan sebeplerle) iftira ve karalamalarda bulunabiliyor. Görünen amacı “yüz kızartıcı suç”, “iyiniyet ve ahlak kurallarına aykırılık” gibi gerekçeler biçiminde gösterebiliyorlar. Oysa gerçek amaç, işçilerin sendikalaşmasını engellemek ve emek maliyetlerini belirli bir seviyenin altında tutmak.

            Bu noktada “yüz kızartıcı suç” ile ilgili dikkat çekilmesi gereken bir husus var. Öncelikle belirtmek gerekir ki “suç”, mahkeme kararıyla bireye yüklenen ve içerisinde belirli unsurları barındırması gereken bir olgu. Karşılığında da yasalar çerçevesinde mahkemenin vereceği kararla ceza uygulanması gerekir. Oysa söz konusu örnek olayda, işveren mahkemenin yetkisini gasp ederek işçileri suçlu ilan etmiş ve bu suç üzerinden cezayı da işten çıkarmayla kesmiştir. Dolayısıyla işverenin bu tutumu, en baştan itibaren hükümsüzdür. Üstelik, 24 işçinin aynı anda yüz kızartıcı suç gerekçesiyle işten çıkarılması ve bu işçilerin Liman-İş Sendikası üyesi olması nasıl bir tesadüftür?

Sendikal hakların kullanımını engellemeye yönelik baskılar, sadece işten çıkarma ve ayrımcı uygulamalarla da sınırlı değil. İşverenler, işçilerin üye olduğu sendikaların toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetki almasını engelleme konusunda da türlü girişimlerde bulunabiliyor. Örneğin toplam çalışan sayısı içerisinde sendikalı işçilerin oranının düşük kalmasına yol açmak için, kendisine ait farklı işkollarındaki işçileri söz konusu işkolundaki şirketleri üzerinden sigortalı göstermek gibi… Yukarıdaki örnekte verilen işveren, işyerinde sendikalaşmayı engellemek için bu yola da başvurdu.

Özetle işverenin tüm çabaları açık ve net bir şekilde gösteriyor ki esas amaç sendikasız ve düzensiz bir işyeri. İşçilerin temel hakları arasında yer alan sendikal hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması yoluyla işgücü maliyetlerini düşük seviyede tutma amacı bariz bir biçimde ortaya çıkıyor.

Bu noktada endüstri ilişkilerinin üç tarafı olan devlet, işçi ve işverene belirli roller düşüyor. Anayasa’nın 51’inci maddesi, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri (Türkiye, bu sözleşmeleri onaylamıştır), yürürlükte olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde çalışanların sendikal haklara erişimini güvence altına almak devlete düşen görev. Bu görevi yerine getirmenin organı ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı.

İşverenlerin görevi ise sermaye birikimini gerçekleştirmek ve kâr geliri elde etmek amacıyla faaliyet gösterdikleri ülkenin mevzuatına uymak! Kısacası işçilerin en temel haklarına saygı göstermek. Aksi takdirde Türkiye’nin çalışma hayatı açısından var olan olumsuz karnesi daha da kötüye gidecektir.

Son olarak işçilerin görevine de değinmekte fayda var. İşverenlerin kötüniyetli uygulamalarına bakıldığında, işçilerin bireyselci değil örgütlü gücüyle birlikte hareket etmesi büyük bir zorunluluk. İşverenler, işletme içerisinde örgütlülüğü bölmek için türlü çabalar içerisine girebiliyor. Bu durumda, işçilerin örgütlülükten taviz vermeden hem mesai arkadaşlarına hem de sendikalarına sahip çıkması gerekiyor.