Bir ressam, belki bir düşünür tarafından söylenmiş olan “Dünya'dan renkleri çekersen geriye ne kalır?” İfadesini okuduğumda bir an ürperdiğimi hissettim.

Bir ressam, belki bir düşünür tarafından söylenmiş olan 'Dünya'dan renkleri çekersen geriye ne kalır?' İfadesini okuduğumda bir an ürperdiğimi hissettim. Bir hiçliğin içine düşmek gibiydi bu. Geçmiş yazılarımda zaman zaman tarımın öneminden bahsederken, bitkisel üretimin yaşamın sürdürülmesindeki payına özellikle dikkat çekmeye çalışmıştım. Oradan aklıma geldi ve 'Dünya'dan bitkileri çekersen geriye ne kalır?' diye sordum kendime.
Çok dar olarak, sadece yaşamı sürdürecek kadar beslenme açısından değerlendirsek; insanlar için, ot obur hayvanlar için, ot oburlarla beslenen et oburlar için ve hatta et oburlarla beslenen et oburlar için dahi, varlığı mutlak gerekli olan bitkilerin, bırakın tümünün olmadığını, olanların giderek azalabileceği tehlikesi bile çok ürpertici geldi. Hızla artan nüfus, insan yaşamının uzaması, yaşam standartlarının yükselmesi ile birlikte üretim ihtiyacı artarken, bunu sağlayacak en önemli kaynaklar; örneğin tarım yapılabilir arazi, bunun içinde sulamaya uygun olan topraklar, sulamada kullanılabilecek temiz suyun miktarı v.b. artmamaktadır. Yanlış, eksik uygulamalar, umursamazlık, ihmalkarlık, bilinçsizlik, plansızlık, uzağı görememe, kıymet bilmeme ve daha sayılabilecek pek çok nedenle, değerine paha biçilemeyecek olan üretken topraklar ve su varlığı potansiyellerinden olabileceği kadar yararlanılamamakta, gerçekte elde edilebilecek miktarların oldukça altında ürün alınmaktadır.
Üretim maliyetini karşılayamaz hale gelen, ürettiği ile yaşamını bile zor sürdüren ve bir sonraki sezonun üretimini gerçekleştirebilmek için gereken girdileri alamayan, birçoğu borç içinde çok sayıda çiftçi; üretimden kısmen (bazısı tamamen) çekilmek veya gerekli olan girdilerden yoksun (ya da az) bir girdiyle üretim yapma yolunu seçmektedir. Halen hiç azımsanmayacak bir miktara çıkmış olan üzerinde üretim yapılmayan tarım arazileri nedeniyle, zaten önemli bir üretim kaybımız varken, buna giderek daha fazlasının katılması olasılığı çok kaygı vericidir. Yetersiz girdi ile üretim yapıldığında; iklim koşulları uzun yıllar görülen normalleri benzerinde giderse, genellikle alınabilen verimden biraz daha az, kalitesi belki biraz daha düşük ürün almak mümkün olabilir. Ancak koşullar zorlaşırsa, kuraklık, soğuk-don, uzun süreli ve/veya aşırı yağışlar, hastalıklar ortaya çıkarsa hem verim hem de özellikle ürün kalite değerleri çok düşük olur (çok ender olsa da, iklim koşullarının çok uygun olduğu bazı yıllarda, beklenenin çok üstünde bir verim ve kabul edilebilir bir düzeyde kalite özellikleri taşıyan ürünler alındığı olmuştur). Giderek artan nüfusumuzun, temel ihtiyaçları olan ürünlerin büyük kısmını kendimiz üretmeliyiz, aksi halde ne gibi zorluklarla karşılaşma ihtimali olduğunu COVİD- 19 salgını sırasında gördük.
Geçtiğimiz üretim yılında; uzun bir kuraklık, onun arkasından adeta kesintisiz ve aşırı miktardaki yağışlar, arada gelen soğuk-don, kendine uygun ortamı bulduğu için zararı artan çeşitli yaprak, kök, sap ve başak hastalıklarının yanı sıra, bu şartlar altında zamana bağlı olarak yapılması gereken gübreleme ve ilaçlamaların uygulanamaması, bazısının etkisinin çok az veya hiç görülmeyeceği kadar geç yapılması, bazı ilaçların yanlış uygulanması, dronla ilaçlamalarda yapılan hatalar vb. bir çok olumsuzluğun yaşanması, üretimde ve özellikle ürün kalitelerinde ciddi düşüşlere neden olmuştur. Halen kuraklığın bütün safhalarını yaşamış bulunuyoruz (yazıyı 25 Eylül'de kaleme aldım). Kuru tarım yapılan topraklarımızın bitkiler için en önemli olan üst tabakaları, yani suyun ve suda eriyerek kökler tarafından alınan besinlerin büyük kısmının bulunduğu katmanlar, tamamen kurumuş durumdadır. Sulanır alanlara su sağlayan kaynakların rezervleri çok düşmüş, az su tutma kapasiteli küçük kaynakların çoğu kurumuştur. Rezervi düşen kaynaklardan verilebilen su miktarları azalmış, bazılarından verilen miktarlar ise düşürülmüştür. Bunlardan su alan bir kısım üretim alanlarına ise su ulaşamamış ve büyük mağduriyetler yaşanmıştır.
Sonbaharda, özellikle kuruya ekim yapılacak yerlerde, toprak işlemenin (tohum yatağı hazırlığı için), nasıl yapılacağı endişesi şimdiden başlamış bulunmaktadır. İklim bilimciler kışın erken geleceğini ve erken sona ereceğini, ayrıca kışın çok sert geçme ve kar yağışının çok olma olasılığı bulunduğunu tahmin etmektedirler. Kar, önemli bir hava gübresidir, bitkilere örtüdür, toprağa su kaynağıdır. Ancak kış erken biterken, kar hızlı eriyecekse topraklara suyun sızması azalır, tarlalarda göllenmeler, eğimli alanlarda toprak sürüklenmeleri hatta toprak kaymaları, bazı alanlarda seller meydana gelir. Bunun arkasından sıcak ve kurak bir periyoda girilirse su stresi, gelişme geriliği, zor olum yaşanabilir. İklim değişikliğinin artık iklim krizine döndüğü ve çok ciddiye alınması gerektiği, aklı eren her kesin ortak kanısıdır. Bu nedenle, çeşitli ve belki de daha önce yaşanmamış zorluklarla karşılaşma olasılığına göre hazırlıklı olmak bir zarurettir.
Toprakların derinliğine kuruduğu bir koşulda tohumların çimlenmesi ve sürgünlerin toprak yüzüne ulaşıp, fideciklerin kıştan önce, kışa en iyi dayanabilecekleri büyüklüğe erişmesini sağlayabilecek rutubetin, tohum yatağında ve kök bölgesinde yeterince bulunması, daha iyisi daha da aşağı tabakalarda depo edilebilecek kadar suyun toprak içine sızması ve böylece hızlı büyüme-gelişme dönemlerini olan ilkbaharda da destek olabilmesi, en önemli hedef olmalı, toprakların işlenmesinde bu yönde uygulamalara yer verilmelidir. Yağan her damlanın toprağa sızabilmesini ve orada depolanıp, korunmasını, tamamı olmasa da büyük kısmının bitkilerin ihtiyacı için kullanılmasını sağlayacak toprak işleme yöntemleri vardır, ancak bunlar farklı zamanlarda (mevsim, yıl), birbirini tamamlayacak şekilde ve uygun aletlerle yapılmalıdır (akaryakıt fiyatları ve bazı işlemeler sonrasındaki ilk üründe verim düşüklüğü olabildiği dikkate alınarak burada değinilmemiştir). Topraklara suyun sızmasını kolaylaştıran, uçurmadan muhafaza edilmesine büyük katkı yapan, bitkilere, ihtiyaçları kadar suyu veren ve gerisinin derinlere kaçmasını önleyen organik maddenin artırılması da en büyük hedefler arasında olmalıdır.
Dikkat edilmesi gereken önemli bir başka konu; bu üretim yılındaki ürünlerinde çeşitli hastalıkların görüldüğü tarlalara yeniden ekim yapılacaksa ve eğer 'mümkünse' topraklar derin sürülmeli, bütün bitki artıkları toprağın içine gömülmeli, tarlalar olabildiğince temiz olmalıdır. Üretilecek bitki türü ve çeşidine karar verirken, kışa mukavemeti (dayanıklılığı) iyi olduğu bilinen çeşitlerin genel olarak kurağa toleranslarının da oldukça iyi olabildiğini dikkate alarak seçim yapılmalıdır. Ancak hangi bitki türü seçilirse seçilsin, tüm alana aynı çeşidi ekmek yerine, eğer mümkünse en az iki farklı çeşidi ekmek bir tedbir olarak düşünülmelidir. Bu bir manada sigorta gibi olacaktır.