Bu başlıktakilerin hepsini hatta daha fazlasını bir uygulama çerçevesi içine sığdırıp, gerçekleştirmek olanaklı mı? Eğer; örneğin toprağa ister yağışlarla gelen ister sulamayla verilen suyun olabildiğince çoğunun toprağa sızması ve bunun tamamına oldukça yakın bir miktarından bitkilerin faydalanabilmesi sağlanırsa, buharlaşma kayıpları azaltılabilirse, toprak organik madde oranı olması gereken düzeye doğru çekilebilirse, toprak su ve veya rüzgar erozyonundan korunabilirse, bitkilerin yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli besin maddelerinin toprakta yeterince bulunması sağlanabilirse, kimyasal gübre ve kimyasal tarım ilaçları kullanımı azaltılabilirse, toprak gereksiz sayıda ve yanlış şekilde işlenerek nem kaybına ve çok ufalanmaya yol açılmazsa vb. şartlara dikkat edilirse, pek çok etmenin kendiliğinden gelişerek, bazen tek başına bazen ortaklaşa etkilerle, hem doğal yaşama ve çevrimlere (su, karbon, azot, mineral) hem üretime, hem de üreticinin ve ülkenin ekonomisine büyük katkılar sağlanabilecektir.
TEMA VAKFI tarafından, Manisa ili Akhisar ilçesinde yürütülmekte olan “Zeytin Tarımı Yapılan Alanlarda Örtü Bitkisi Yetiştiriciliğinin Yaygınlaştırılması-Akhisar Örneği Projesi”, bu yazının başlığında belirtilenlerin; birbirini bütünleyen, masrafı azaltan, yararı artıran bir düzenleme içinde nasıl sağlanabileceğine güzel bir örnektir. Zeytin üreticileri genel bir uygulama olarak, ağaçlar arasında boş kalan alanlarda meydana gelen otlanmaların engellenmesi için sıkça sürüm yapmaktadır. Bu sürümlerle altüst edilen toprakta, varsa, nem uçurulmakta, ağaçların toprak yüzeyine yakın olan kökleri (bunlar beslenmede oldukça etkilidir) zedelenebilmekte ve hastalık yapıcı etmenlerin de kolay saldırabileceği bir hale gelmektedir. Sürümle birlikte, genellikle oranı çok düşük olan organik madde kayıpları oluşmakta, bitkilerin yaşamını sürdürmesinde çok önemli rolleri olan toprak makro ve mikro organizmaları da azalmaktadır.
Toprağı işlemek yerine yabancı otları kimyasal ilaçla kontrol etme seçeneği hem çok zararlı hem de ekonomik değildir. Başarıyla yürütülmekte olan bu proje; ağaçlar arasında boş kalan alanlarda örtü bitkisi kullanarak hem toprağı hem topraktaki suyu (rutubeti) korumayı, hem aynı alandan alınacak ürün sayısını ve miktarını ve dolayısıyla üretici kazancının artmasını hem de çevrenin korunmasına katkı yapmayı hedef almıştır. Örtü olarak seçilen bitki bir baklagil yem bitkisi olan “Adi Fiğ”dir. Bu bitki yeşil ve kuru otlarında yüksek oranda protein bulunan, istenirse silaj olarak da hayvanlara yedirilebilen bir kaba yem bitkisidir. Yem giderlerinin çok yüksek ve hem kaba yem hem sanayi yemi açığımızın çok fazla olması, hayvancılığımızın en büyük sıkıntılarından biridir. Adi fiğin önemli özelliği, diğer baklagil bitkilerinde (yemlik veya yemeklik) olduğu gibi, kendisi için gereken azotu kendi temin edebilme yeteneğidir.
Bitki yaşamı için azot çok önemlidir çünkü yaşamı mümkün kılan dört tip molekülden biri proteindir, onun yapı taşı olan amino asitlerin omurgası ise azottur. Kısacası azot olmazsa protein olmaz. Bitkiler kendileri için “mutlak gerekli (esansiyel)” bir besin olan azota, başta ilk büyüme devresinde olmak üzere, her yetişme devresinde yüksek miktarda ihtiyaç duyarlar. İhtiyaçlarını karşıladıkları topraklardan ise üretimler sırasında çeşitli proteinler halinde yüksek miktarda azot kaldırılmakta, buna ilaveten bir miktar azot, çeşitli bileşikler içinde topraktan doğal ve yapay drenajlarla kaybedilmekte, ayrıca toprakta ayrışmaya uğrayan azotlu bileşiklerden de bir miktar azot, gaz halinde havaya gitmektedir. Bu gibi çeşitli yollarla eksilen azot, toprağa geri verilmezse, insan ve hayvanların yaşamı için gereken tarım ürünlerinin yeterli miktarlarda ve/veya kalitede elde edilmesi mümkün olmaz.
Dünya atmosferinin %79’a yakın bir kısmı gaz halinde azot olmasına, 1 dekar (bin metre kare) büyüklüğünde bir tarla üzerindeki atmosferde 8-10 bin ton civarında azot bulunmasına karşılık, bitkiler bu azottan yararlanamamaktadır. Bitkilerin yararlanabilmesi için azotun, hidrojen ve oksijenle birleşmesi gerekir ki buna “azot fiksasyonu (azot bağlama, sabitleme)” denir. Azotun bağlanması süreci; atmosferik, endüstriyel ve biyolojik yollardan olur. Örneğin şimşek çakması, az bir miktar azotun yağmurla toprağa taşınmasını sağlar, ancak bu doğal yolla (oksidasyonla) her yıl toprağa inen miktar dekar başına 0,5-1 kg kadar olabilmektedir.
Endüstriyel yolla (doğal gaz kullanılarak) elde edilen yapay gübrelerle, toprağa verilen azot ise dünya gıda maddesi üretiminin neredeyse üçte birinden biraz fazlasına katkı yapmaktadır. Biyolojik yolla azot fiksasyonu, bu işe özelleşmiş bakteriler tarafından yapılabilmektedir. Bunlardan “azotobakterler” toprakta serbest bir şekilde hareket ederken, Rhizobium cinsi bakteriler özellikle “baklagil ailesinden” olan bitkilerin köklerinde yaşar ve buralarda gözle görülebilen yumrucuklar (nodozite) oluşturur. Bu bakteriler genellikle köklerdeki emici tüylerden girip, genç köklere yerleşir, kendileri için gerekli karbonhidratlı maddeleri bitkilerden alıp kullanır, karşılık olarak da bitkiye kullanabileceği bir formda azot verirler. Simbiyotik (ortak) yaşam adı verilen bu alış-verişle iki farklı canlı birbirinden yararlanarak hayatlarını doğal ve zararsız bir şekilde sürdürmekte, ayrıca fiğ biçilip kaldırıldığında, toprak içinde kalan köklerde, bir sonra ekilen herhangi bir türdeki bitkiye doğrudan kullanabileceği yapıda azot da kalmaktadır.
Örtü bitkisi olan fiğ sayesinde zeytin ağaçlarının bulunduğu alanda toprağın, suyun, biyolojik canlılığın çevrenin korunması yanında, bitki ile ortaklaşa yaşayan Rhizobium bakterisinin verdiği azottan zeytin ağaçlarının da yaralanması sağlanmaktadır. Ayrıca, fiğ ot veya tohum için yetiştirilip biçildikten sonra istenirse kalan kısımlar toprağa gömülerek toprakta organik madde oluşumuna katkı sağlanabilmektedir. Diğer bir kullanım şekli ise yeşil gübreleme yapmak için en uygun büyüme devresinde bitkilerin toprağa gömülmesidir.
Ara-sıra bu uygulamanın yapılması, toprakların verim gücünü (verimliliğini) etkileyen çok sayıda özelliğin gelişmesine de olanak sağlamaktadır. Bu proje; doğru seçilmiş unsurların bir araya getirilmesinin ne kadar faydalı olabileceğinin güzel bir örneğidir. Elde edilen olumlu sonuçlarda proje yürütücüleri, paydaş kurum ve kuruluşlar ile uygulamaları yapan üreticilerin birlikteliği her zaman görmeyi istediğimiz fakat yeterince sık görülemeyen bir örnektir.