Yasaklı/kısıtlı günleri yaşarken sunulanla yetiniyor, geçmişi çamaşır ipine mandallarcasına sırasıyla düşünmeyi beceremiyoruz.

Beyin yerine sadece kulak ve gözünü kullanabilen bir toplumun bireyi olarak, bazen yaşadıklarımız üzerine düşünemiyor, analiz yapamıyor, dolayısıyla da doğru bir senteze ulaşamıyoruz.

Pencere önünde unutulmuş bir çiçek gibi solgun ve umutsuz yaşayıp gidiyoruz.

Bu arada okuma, not alma, düşünceleri de ekleyerek birikimleri metne dönüştürdüğümüzde, bazılarının takdirine mazhar olurken, bazılarının tenkidine maruz kalıyoruz.

Yaş ortalaması 29,9 olan ülkemizde, nüfusun yarısından fazlasının mevcuttan başka iktidar görmediği gerçeği karşısında tekrar tekrar yazma ihtiyacı duyuyor insan. Kalem geçmişin nefesiyle dile geliveriyor.

***

Bugünkü iktidar, hemen her ülkeyi dar boğaza sokabilecek büyüklükte bir deprem felaketi sonrası, çöken bir ekonomik yapı üzerine kuruldu.

Dillerinde, -sahte oldukları sonradan anlaşılan- demokrasi söylemleri, AB'ye giriş türküleri vardı.

Bildiğimiz siyasetçilerden farklı, her daldan vaatlerle süslenmiş esnaf zihniyetli siyasi cambazlıklarla geldiler.

Oy deposu olarak gördükleri yoksul kesime yapılan kömür, makarna, ekmek, çay, buzdolabı vb. görünür desteklerle 'sol'un önünü keserek geldiler.

'Gömlek çıkarma edebiyatı' yaparak milletin gönlünü çeldiler.

***

Bu arada, devleti ele geçirmelerine engel gördükleri Cumhuriyet kurumlarına da yönelmeyi ihmal etmediler.

Yargıyı, orduyu, bürokrasiyi kumpaslarla, tasfiyelerle kendilerine bağımlı kurumlara dönüştürdüler.

Planlı algı çalışmalarıyla elde ettikleri kabulle, medeniyet vaadinin meltemi yelkenleri doldurunca epeyi de yol aldılar.

***

IMF-Derviş programına sıkıca sarıldılar, yaratılan tüketim ekonomisin cazibesini ve kısmi fiyat istikrarını iyi kullandılar.

Piyasayı 'yaldızlanmış güven imajı'yla donatan Derviş programı, batı sermayesini çekmeyi amaçlayan ama beraberinde ekonomiyi batı üretiminin hizmetine yönelten, kredilerle borçlandıran bir 'sıcak para programı'ydı.

Kısa sürede üretim ve sanayiden uzaklaşıldı, insanlar tüketim sarhoşu edildi. Oluşan cari açık ve borç denetlenemez boyuta ulaştı. İş adamı, esnafı, köylüsüyle; her bir yurttaşıyla koskoca ülke borca battı.

Program ışıltısıyla insanımızı büyülerken, ekonominin bilimsel kuralları da kendi yatağında ilerlemeyi sürdürüyordu.

***

İpin ucu kaçmaya başlayınca, hem kamu bütçesine kaynak sağlayacak hem de seçmene parlak bir şeyler sunacak olan 'kentsel dönüşüm ve mega projeler' ipine tutundular.

Cebimizden para çıkmayacak süslemesiyle, ağır dış borca dayanan, ekonomik ve ekolojik dengesi olmayan, müşteri/gelir garantili çılgınlık (!) anıtlarını gündeme sürüverdiler.

Oluşan köpükle artmış gibi görünen, sadece kaynak aktarımına dayanan bu yatırımların milli gelire katkı sağlamayacağı gerçeğini göremediler.

Zenginleşme belki birileri için doğruydu ama topluma yansıyan gerçek, ekonomi biliminin satırlarında gizliydi:

'Gerçek gelir, üretime dayanır.'

***

Satırlar arasında 'sadece bugünün değil, geleceğin de borçlandırıldığı', gelir üretime dayanmıyorsa sistemin çökeceği gerçeği de yazılıydı.

İlk anda herkese hoş gelen rant birilerini memnun etse de, toplumun büyük kesiminin bütçesinde 'anlayamadıkları' bir erimeye neden oldu.

Onlar anladılar!

Önce millete; çözüm süreçli, kozmik odalı, kumpas davalı; milliyetçiliği ayaklar altına aldıkları, İstiklal Marşı'nda ayağa kalkmayı zül saydıkları günleri unutturdular.

Zamana ve çıkara göre 'gömlek değiştirme alışkanlığı'yla,

'Yerlilik ve millilik' dalına tutunuverdiler.

***

Şimdi de rant ekonomisini sürdürebilmek için, yüksek faizle kredi veren kapıları aşındırmayı, Cumhuriyet'in alın teri milli varlıkları satmayı sürdürüyor; sistemi bile bile çöküşe götürüyorlar.

Kendilerinin ve oy verenlerinin görmediği gerçek, bugünün iktidar ve rant hırsının diyetini gelecek nesillerin ödemek zorunda kalacağıdır.

Eminim o nesiller de kendilerine epeyi 'hayır duası' (!) edeceklerdir.

Yalnız unutmasınlar; 'ahrette kulak çınlamasını önleyecek tıkaç yokmuş.'