Kafka’nın küçürek öykülerinden birinde okumuştum.
Hikayeyi; hatırladığım kadarıyla, biraz da kendime göre anlatacak olursam...
Hikayenin kahramanı hastaneye hasta ziyaretine gidiyor.
Tam içeri gireceği sırada, kapıdaki görevli durduruyor.
“Giremezsin!” diyor.
Hastanın hekimiyle görüştüğünü, hekimin izin verdiğini söylüyor.
“Olmaz!” diyor. “Ziyaret yasak!”
Bunun üzerine, yakınlardaki bir büfeden bir iki paket sigara alıp geliyor.
Kimseye göstermeden görevliye uzatıyor.
Görevli el çabukluğuyla sigaraları cebine indiriyor.
Bunun üzerine, yeniden içeri hamle yapıyor bizimki.
Görevli göğsünden itiyor;
“Nereye?”
“Hasta... Ziyaret...”
“Olmaz!”
“Ama biraz önce...”
“Verdiğin hediyeleri kabul etmiş olmam, isteğini yerine getireceğim anlamına gelmez!” diyor.
Hastanın hekimi...
Buna yetkili olanlar izin veriyor ama...
Kapıdaki izin vermiyor.
***
Geçenlerde bir tanıdık, bir vatandaş anlattı.
Hastanede bir işi varmış.
“Hoca,” diyor, sağ olsun; “randevu, sıra almana gerek yok, sekreterlere söyleyip gel,” dedi.
Sıra numarası olanlar, Hocanın odasının önünde bekliyorlar. Ben içeri gireceğim sırada;
“Hoop! Nereye?” diyecekleri için, ben yine de sıra numarası alayım istiyorum.
Ama Hocaya sıra almak o kadar kolay değil.
Önce sekreter sırası alacaksın.
Yani sıra numarası almak için sıra alacaksın.
E tabii…
Öyle pat diye içeri dalıp sekreterle konuşamazsın.
Sıra numaran gelince sekretere derdini anlatacaksın.
Ondan sonra Hocaya sıra alacaksın.
Ama Hoca her zaman poliklinikte olmuyor.
Bazen ameliyatta, bazen derste oluyor.
İçeri girip sekretere,
“Hoca burada mı, polikliniği var mı?” diye sordum.
“Sekreter numarası alıp gel!,” dedi.
“Hoca buradaysa sıra alacağım elbette, burada değilse sonra geleceğim!” dedim.
Aynı şeyi tekrar etti:
“Sıra numarası alıp gel!”
Söylemesi gereken sadece, “evet” ya da “hayır”!
Sıra numarası aldım.
Sekreter sıra numarası.
225!
Beklemeye başladım 225’i, sekreterin ağzından, ‘Hoca burada’ ya da ‘Hoca burada değil’ sözünü duymak için!”
“Onlara da hak vermek lazım,” dedim, “İnsanlara dert anlatmaktan bıkmışlardır. Sonra, bir şey soracağım diye içeri girip sekreteri dakikalarca meşgul edenler de oluyordur.”
Bu söylediğim pek hoşuna gitmedi.
“Neyse boş ver,” dedim. “Sonra ne oldu?”
O da bana, biraz kırgın,
“Boş ver!” dedi.
Biraz gönlünü almak için, Kafka’nın hikayesini anlattım.
Pek ilgisini çekmedi.
Sonra; yazar dediğin vatandaşın, halkın yanında olur, dedim kendi kendime.
Bizde insanlar ne kadar yetkisiz, o kadar yetkili diye bağırıp çağırmaya başladım.
Bu hoşuna gitti. Elini omzuma koydu,
“Yaz bunu!” dedi.
Yazdık!
Ne olacak?