Korku, ruhumuzun en eski misafirlerinden biridir ve her zaman bize ait değildir.
Bir başkasının korkusu, bakışı, tedirginliği, bir şekilde yolunu bulur ve bizim içimize yerleşir.
Bizler sadece kendi yaşadıklarımızla değil, başkalarının tecrübeleriyle de biçimleniriz. Ve çoğu kez bize ait olmayan korkuları ödünç alarak yaşamaya başlarız.
Basit bir örnekle;
Hiçbirimiz dünyaya köpekten korkarak gelmeyiz. Yoldan geçen bir köpeğe gülümseyip elimizi uzatmamız son derece doğaldır. Ne var ki etraftan duyduğuğumuz yaklaşma uyarıları , dikkat et diyen sesler zihnine kazınır ve köpek artık sadece bir hayvan değil, tehlikenin cisimleşmiş hâline dönüşür.
Kendi deneyimimiz değil, başkalarının bize emanet ettiği korku belirleyici olur. Yıllar sonra bile, o köpekle hiç kötü bir şey yaşamamış olsak bile, yaklaşamayız. Böylece ödünç alınan bir korku, bizim özgürlüğümüzü ve yaşam alanımızı daraltır.
Bu da korkunun sosyal öğrenme yoluyla bulaşmasıdır.
Bandura’nın deneylerinde gösterdiği gibi, insanlar yalnızca kendi davranışlarından değil, başkalarının davranışlarını izleyerek de öğrenir. Fakat bu öğrenme yalnızca bilgiyle sınırlı değildir; duygular da bulaşır.
Korku, en kolay bulaşan duygulardan biridir.
Felsefe, bu noktada bizi düşünmeye çağırır. Aslında Köpeğin varlığı değil, onun hakkında söylenenler korkuyu doğurur.
Korku sadece bireyler arasında değil, toplumlar arasında da dolaşır. Her toplum, kendi düzenini korumak için belirli korkular üretir ve kuşaktan kuşağa aktarır. İnsanları yönetmenin en güçlü yollarından biri, onları korkutmak ve bu korkuları sürekli canlı tutmaktır böylece bireyler kendi cesaretlerinden yavaş yavaş uzaklaştırılır ve korku, yalnızca kişisel bir deneyim değil, toplumsal bir miras hâline gelir.
Ödünç alınan korkuların hayatımıza verdiği zararlar, çoğu zaman fark edemeyeceğimiz kadar derindir. Bir köpek korkusu basit görünür, ama benzeri her alanda karşımıza çıkar. Başarısızlık korkusu, eleştirilme korkusu, reddedilme korkusu kim bilir kaç hayalimiz ''yapamazsın” diyen bir sesin gölgesinde yarım kalmıştır? Kaç insan, toplumun “ayıplanır” diye öğrettiği korkular yüzünden kendi kimliğini gizlemek zorunda kalmıştır? Aslında bu korkuların çoğu bize ait değildir, ama bedelini biz öderiz.
Korku, insanın aklını esir alır; mantığı gölgeler, cesareti küçültür. İşte bu yüzden, özgürleşmek istiyorsak önce korkuların kaynağını sorgulamamız gerekir. Gerçekten bizim mi, yoksa ödünç aldığımız bir zincir mi?