Cumhuriyet Halk Partisi 4. Genel Başkanı rahmetli Deniz Baykal’ın bir tespiti vardı.

Bu tespitini, parti okulunda verdiği ilk derste anlatmış ve şöyle demişti; “Parasız siyaset yapılmaz, siyaset için asgari bir paraya ihtiyaç vardır, ama çok para ile de siyaset yapılmaz, çünkü o zaman para siyaseti iğfal eder.”

Arapça kökenli “İğfal”, vaat ile aldatma, kandırma, yoldan çıkarma, gafil etmek anlamına geliyor.

O zaman siyaseti iğfal etmek, siyaseti üyelik ve “bağlılık” üzerinden aldatmak, “gafil” etmek anlamına geliyor.

Gelinen aşamalarda, sağ partilerde bu dolambaçlı yollara da gerek yok artık, çünkü siyasetçiler-partiler zaten buna hazır ve gönüllü olarak, bile bile paralı adaylara kucak açıyor.

Sol partilerin de paraya çok ihtiyaç duydukları halde konuya temkinli yaklaşırlar, belirleyici olan “para” değil, adayın başka nitelik ve özellikleri ön planda ve göz önünde tutulmaya çalışılır.

Genel veya yerel seçim koşulları çok farklı olsa da, sağ partilerde, parti genel başkanın “olur” demesi için yüklü bir bütçe ayırdığının bilinmesi gerekir.

Sol partilerde ise, çok büyük bütçen olsa da, parti meclisi ve örgütlerin süzgecinden geçip, yola çıkabilirsin. Bütçen sınırlıysa ve gerekiyorsa parti ve üyeleri destek çıkar.

Sağ partilerde, siyaseti kandırmak-aldatmak sözcüğü artık hafif kalıyor, para sahibi direkt hedefe yönelerek niyetini açık açık koyduğu için, parti de bu durumu alkışlayarak içine alıyorsa, o zaman şöyle demek lazım “fazla para siyaseti teslim alıyor”.

Nasıl teslim alıyor,

Şöyle, tepeden her şeyi halledebiliyorsun, siyasetin gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp, partiyi-örgütü-teşkilatı istediğin gibi hizaya getirebiliyorsun. Hatta partin ile alakalı olmayan söylemler geliştirip açıktan rüşvet bile teklif edebiliyorsun. Sonuçta partiyi-örgütü-teşkilatı bile teslim alabiliyorsun.

Zaten günümüzde sağ siyasette paranın gücü artık hiç yadırganmıyor, ayıplanmıyor, hatta çok normal bir olay gibi görülüyor, böyle görülmesi de çok ayrı bir sorun.

Neymiş, hamama giren terlerlermiş,

Neymiş, parayı veren düdüğü çalarmış,

Bir koyup üç alırmış,

O, zaten boş yere para harcamazmış,

Kaz gelecek yerden tavuk esirgemezmiş.

Falan filan…

Böyle diye diye, işin ayıbının üstü de örtülmekle beraber, buradan kendine pay çıkarmak isteyenler de sıraya girmeye başlamış oluyor.

Bir kere duyulmaya görsün, kişinin siyasete koyduğu paradan pay almak için herkes kendi çapında bundan faydalanmaya çalışır.

Pastadan pay almak için ilk önce, kendilerini siyaset dehası sanan ve böyle sunan danışmalar sıraya girer. Adayın bütçesini sorarlar, bütçe oranında danışmanlık ücreti isterler ve alırlar, kesin kazandıracağız diye de inandırırlar.

Sonra basın ve medya tanıtım için bu pastadan, adayın parasal çapına göre payını alır.

Kimi de siyaseten yatırım yapmak için, paralı kişinin seçilmesi için çaba harcar, atını arabasını verir, hatta ufak çaplı harcamalar yaparak göze girer ve köşe kapmayı garantiler, kimi bürokraside yükselme sözü, kimi ihale alma sözü, işsizler iş sözü alır ve kimseye kolay kolay hayır denmez, seçimden sonra “halledeceğiz” denir.

Peki, bütün bu harcamaların ve çabaların sonucunda seçmen seni seçecek mi? Bunun garantisi var mı?

Tabi ki yok.

Çünkü her ne kadar paran olursa olsun, “parayla saadet olmaz” diye bir deyim vardır, biz de söyleyelim o zaman “parayla siyaset olmaz”, çok paran olsa da seçim kazanmak için, “güvenilir insan” olmak gibi başka özelliklerin olması, siyasi geçmişinde “iyi” referanslarının olması lazım. Bu özelliklerin yoksa, bir bakmışsın, “avcı” olacağım derken “av” oluvermişsin…