Son günlerde Türkiye’nin gündemi sadece Cumhuriyet Halk Partisi. Partiyi zayıflatmak için yapılmak istenen olayların-operasyonların ardı arkası kesilmiyor.
Partili partisiz toplumdaki herkesin vicdanını ağır şekilde yaralayan İmamoğlu ve bazı belediye başkanlarının tutuklanması, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne transfer edilen belediye başkanları ve yeni transfer çabaları, İstanbul il Başkanlığına yargı kararı ile kayyum atanması ve genel merkeze de atamak çabası, vs. işler.
Neden?
CHP 31 Mart yerel seçimlerinden 1. parti olarak çıktı. Bu birinciliğini, oyunu sürekli artırarak halen sürdürüyor. Tüm anketler bunu gösteriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi bu durumdan son derece rahatsız, çünkü iktidarı kaybedeceğini öngörüyor ve CHP’yi önce içten parçalamak için epey çaba sarf ediyor.
Başarılı olma ihtimali var mı?
Hiç yok, çünkü tarih bunun örnekleriyle dolu.
CHP tarihi iyi okunduğunda da bu açıkça görülür.
30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı Devleti fiilen teslim olunca Anadolu işgal edilmeye başlandı. Osmanlı işgallere karşı pasif kalınca Anadolu’da birçok direniş örgütlerini halkın kendisi kurdu.
Mustafa Kemal önderliğinde ve başkanlığında toplanan Sivas Kongresi’nde alınan bir kararla, işgale karşı direnen yerel halk örgütleri tek bir çatı altında toplandı, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti kuruldu ve milli mücadeleye başlandı.
İşgale karşı direnen bir halk harekâtı, “söz milletin” diyerek kendi kaderini kendi tayin etti.
İşte CHP’nin kuruluş hikâyesi burada başladı.
Mustafa Kemal, kurtuluş savaşı henüz bitmediği halde, kurtuluşa ve zafere tam olarak inandığı içindir ki, savaştan sonra ülkeyi kalkındırmak -yapacağı devrimlerle- çağdaş ve ileri toplum yaratmak için, parti kurma fikrini 6 Aralık 1922’de şöyle açıklıyor;
“… Milletin her sınıf halkından, hatta İslam dünyasının en uzak köşelerinden bana ebedi olarak iftihar duyacağım şekilde gösterilen teveccüh ve itimada layık olabilmek için en mütevazı bir millet ferdi sıfatıyla hayatımın sonuna kadar vatanın hayrına vâkıf eylemek emeliyle barıştan sonra, Halkçılık esası üzerine dayanan ve Halk Fırkası adıyla siyasi bir fırka kurmak niyetindeyim”.
“Bence, bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bundan dolayı da mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara malik değildir. Memleketteki sınıflar birbirlerine lazım olan ve birbirlerini tamamlayıcı ve bütünleyici mahiyettedir. Onun için de Halk Fırkası bütün sınıfların haklarını, yükselme sebeplerini ve saadetini sağlamak yolunda çalışmalarda bulunacaktır”.
Mustafa Kemal 9 Eylül 1923’te İçişleri Bakanlığı’na başvurarak Cumhuriyet Halk Fırkasını kurmuş ve 1935’te de Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır.
CHP belli bir program ve tüzüğe göre işleyen, halkın bağrından çıkan bir parti olarak ülkede birçok devrime imza atmış, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine taşımıştır.
CHP, iki büyük dünya savaşı görmüştür, içten ve dıştan gelen emperyalist hamlelere karşı birçok badire atlatmış, buna rağmen ülkeyi çok partili siyasi hayata taşıma cesaretini kendinde gören, 102 yıllık geçmişi olan dünyanın sayılı partilerindendir.
CHP 12 Mart Muhtırasına, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine karşı durabilmiş, halk ile yeniden örgütlenebilmiş bir partidir.
Bugün için Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı, içeriden biri gibi gözüküp de, arkadan hançerlemeye çalışanlara rağmen ve yapılan operasyonlara rağmen, CHP arkasındaki halk desteğiyle, en sade üyesinden seçmenine kadar, genel başkanından tüm belediye başkanlarına kadar, tüm örgütleriyle bu operasyonları geri püskürtme gücüne sahiptir.
Çünkü;
Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün halka bıraktığı bir mirastır ve asla teslim alınamaz.
Bağımsızlık, özgürlük ve direniş CHP’nin genlerinde vardır. Bunu iyi okumak ve anlamak gerekir.