Yazımda kullandığım başlık, ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın bir kitabının adıdır.

1881- 1942 yıllarında Avusturya, Fransa, Almanya ve Brezilya'da yaşamış olan Zweig, bu kitapta okuru, Fransız Calvin'in diktatörlüğünün sürdüğü 16. Yüzyıl Cenevre'sine götürür…

'Vicdan Zorbalığa Karşı' kitabında, totaliter rejimlerin beraberinde getirdiği tehlikeler göz önüne serilmekte; insanca yaşamak için düşünce özgürlüğünün ve hoşgörünün önemi vurgulanmaktadır. Diktatör Calvin'in zorbalığına karşı, vicdanın (yani eşitlik, özgürlük, adalet duygularının) başkaldırısı anlatılıyor.

Zweig'ın yüzlerce yıl öncesinden yaptığı değerlendirmeler sanki günümüz dünyasından (örneğin Türkiye'den) örnekler veriyor gibi… Örneğin şu alıntılar size de birilerini anımsatmıyor mu?

' Calvin, olağanüstü örgütlenme yöntemlerinden yararlanarak bütün bir şehri ve her tür düşünce özgürlüğünü kendi öğretisi içine hapsetmeyi başarmıştır… Şehrin ve devletin içinde belli bir güce sahip ne varsa (makamlar, meclisler, kilise, mahkemeler, kolluk güçleri, okullar vb) onun mutlak kudretine tabidir…' (Sf. 12)

' Başkalarının fikirlerini gaddarca baskı altına almaya çalışanlar, kendi şahıslarına yönelik her türlü muhalefete karşı fazlasıyla tepkili olurlar…' (Sf. 159)

' Despot bir mizacın ilk düşüncesi karşı fikri baskılamak, sansürlemek ve susturmak olur…' (Sf. 160)

Zorbalar günümüzde de insanlık vicdanında derin yaralar açmaya devam ediyorlar…

'JE SUİS CHARLİE !...'

7 Ocak 2015 günü, bir mizah dergisi olan Charlie Hebdo'ya yapılan ve insanlık tarihine şimdiden 'Paris Katliamı' olarak geçen'gerici/dinci terör saldırısında 17 kişinin katledilmesi', dünya insanlığının vicdanını ayağa kaldırdı.

Bir kez daha açıkça görüldü ki bu saldırıdaki tahammülsüzlüğün ve vicdansızlığın altında 'dinsel fanatizm' yatıyor.

Bir kez daha açıkça anlaşıldı ki, tıpkı Nietzche'nin dediği gibi 'fanatizm, ezik ve silik kişilerde etkili olur…'

Ve şu gerçek bir kez daha ortaya çıktı ki, 'şiddeti ve terörü mücadele yöntemi olarak kullanan Siyasal İslam fanatizmi' çağdaş insanlığa büyük zarar vermektedir…

Bu gerçekler 'laikliğe sahip çıkmanın ve savunmanın ne denli önemli olduğunu' bir kez daha gözler önüne ermiştir.

Tüm bu gerçekler ortada sırıtırken; İslam adına ortaya çıkmış kanlı terör örgütlerini 'lanetlemek' konusunda 'ama, fakat, lakin ya da İslamofobi…' gibi laf gevelemenin anlamı yoktur.

Gün herkesin, her kuruluşun ve her devletin 'Je Suis Charlie!', yani 'Ben Şarli'yim!' diye haykırma günüdür.

GAZETECİLER GÜNÜ VE ESKİŞEHİR

10 Ocak 1961 tarihinde kabul edilen '212 sayılı yasa' ile basın mesleğinde çalışanlara verilen önemli haklar üzerine ilan edilen ve adı 'Çalışan Gazeteciler Bayramı' olan bu özel günün, 'basın özgürlüğü konusundan dünya şampiyonu(!) olan günümüz Türkiye'sinde' artık hiçbir anlamı kalmadı…

Nitekim geçtiğimiz 10 Ocak günü, Türkiye genelinde göstermelik açıklamalarla ve hamasi nutuklarla geçiştirildi. Bu geçiştirmede iktidar partisinin ve yandaşı medya tekellerinin önemli etkisi var. Ama bir boyutu da basın çalışanlarının örgütsüzlüğünden kaynaklanıyor.

Çünkü bugün Türkiye'de 'yazılı, görsel ve sosyal medya alanındaki çalışanların örgütlülük oranı çok düşüktür'. Sendikal örgütlenme neredeyse yok gibidir. Mevcut gazeteci dernekleri ve sendikaları arasındaki ilişkiler de sağlıklı değildir.

Ayrıca bazı basın çalışanlarının iktidara, işverenlere ya da belli odaklara yaranmak için; 'kendi meslektaşlarını tuzağa düşüren ötücü keklikler' durumuna düşmeleri de bu mesleğin kanayan bir yarasıdır…

Ülkemiz genelindeki bu olumsuzluklara karşın, Eskişehir'de medya alanında çalışanların birlik ve dayanışması örnek olacak düzeydedir. Bu olumlulukta elbette ki kentimizde uzun bir geçmişe sahip olan nitelikli yerel basın geleneğinin önemli bir yeri vardır. Ama itiraf edelim ki son yıllarda Eskişehir basın çalışanları arasındaki ilişkilerin gelişmesinde Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet ATAÇ'ın çok büyük katkıları olmuştur.

Son yerel seçimlerinden sonra Büyükşehir Belediyesi, Tepebaşı Belediyesi ve Odunpazarı Belediyesi'nin (yani üç CHP'li belediyenin) tarafsız bir tutumla basın çalışanlarıyla birlikte ortak etkinlikler yapmaları, Eskişehir'deki basın dayanışmasını olumlu yönde etkilemektedir.

Dileğimiz, 'yazılı, görsel ve sosyal medya alanındaki tüm çalışanlar arasında ayrımcılık yapılmaması' ve '10 Ocak Gazeteciler Günü'nün, tüm basın çalışanlarının sorunlarının irdelendiği ve basın özgürlüğünün öneminin vurgulandığı bir gün olmasıdır.

BASIN ÖZGÜR OLMAZSA…

'Özgür Basın Varsa, Özgür Toplum Vardır!' sloganı, Gazetecilere Özgürlük Platformu'nun 2010 yılından beri haykırdığı bir slogandır.

Ama ne yazık ki geçen beş yıl içinde ülkemizde basın özgürlüğü daha da kötüleşti.

-Türkiye'nin en büyük medya kuruluşları iktidar partisinin kontrolüne girdi.

-Türkiye uluslararası ölçütlere göre basın özgürlüğü sıralamasında utanılacak bir yere düştü.

-Ülkemizde hapsedilerek ya da işten atılarak 'kalemi kırılan gazeteciler' sayısı rekor düzeye ulaştı.

-Bu ülkede uyduruk bahanelerle muhalif basın kuruluşlarına cezalar yağıyor…

Tüm bunlara rağmen, bu ülkede basın özgürlüğünü yok eden iktidar partisi ve onun mutlaklaştırılan lideri daha da güçlendi…

İlginçtir, 'Vicdan Zorbalığa Karşı' adlı kitap ülkemizde 2014 yılında 'en çok okunan 10 kitap' arasında yer alıyor…

Stefan Zweig sağ olsaydı herhalde bize sorardı: 'Sizin vicdanlarınız hiç sızlamıyor mu?...'

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla.