Popüler kültür, farkında olsak da olmasak da hayatımızın her alanına sızmış durumda.

Ne giydiğimizden ne dinlediğimize, nasıl düşündüğümüzden neye güldüğümüze kadar birçok şeyi şekillendiriyor.

Moda trendlerinden sosyal medya akımlarına, dizilerden reklam kampanyalarına kadar her şey, ortak bir kültürel havuzun parçası olarak karşımıza çıkıyor.Bizlerde bu havuzun içinde çoğu zaman yüzmekle meşgul olduğumuz için suyun nereden geldiğini ya da nereye aktığını sorgulamıyoruz.

Gündemde popüler olan bir şey kısa süreli bir mutluluk patlaması yaşatsa da birkaç gün sonra sıradanlaşıyor. Tatmin seviyemizin hızlıca eski hâline dönüyor.Yeni bir çanta, son model bir telefon, popüler bir dizi , ilk gün heyecan verir, ama çok geçmeden “yenisi”nin peşine düşeriz.Jean Baudrillard’ın dediği gibi, “Tüketim toplumu, ihtiyacımız olmayan şeyleri bize gerekliymiş gibi satmanın ustasıdır.” Artık sadece eşyaları değil, duyguları ve anıları da aynı hızla tüketiyoruz.

İnsan, kendini değerlendirmek için başkalarıyla kıyaslama eğilimindedir. Eskiden bu kıyaslamamız daha dar bir çevrede olurdu. Şimdi ise sosyal medya sayesinde milyonlarca mükemmel hayat gözlerimizin önünde. Gülümseyen yüzler, kusursuz tatiller, harika hayatlar Ve biz, fark etmeden kendimize şu soruyu soruyoruz: “Ben neden onlar gibi değilim?” Oysa gördüğümüz görüntülerin çoğu gerçeğin süzgeçten geçmiş bir versiyonu. Ama beynimiz, bu filtreleri hesaba katmaz. ve sonunda hissedeceğimiz duygular ise eksiklik hissi, özgüven kaybı ve tatminsizliktir. Popüler kültürün en güçlü silahlarından biri de kaçırma korkusudur.

Bu duygu, özellikle sosyal medyada “her şeyden haberdar olma” baskısıyla birleştiğinde kaygıyı artırıyor. Bir trendden, bir etkinlikten, bir espriden uzak kalmak, adeta toplumsal görünmezlik hissi yaratıyor. Bu yüzden insanlar sürekli çevrimiçi, sürekli güncel, sürekli orada olmaya çalışıyor. Ama ironik olan şu ki; bu çaba, çoğu zaman gerçek yaşamdan uzaklaşmaya sebep oluyor. Tüm bu süreçler, beynimizin ödül sistemiyle de yakından ilgili. Dopamin döngüsü, popüler kültürün tam kalbinde yer alıyor. Yeni bir bildirim, yeni bir trend, yeni bir dizi bölümü… Her seferinde beynimiz küçük bir ödül alıyor ve bu his bizi tekrar tekrar aynı eylemi yapmaya itiyor. Uzun vadede bu, dikkat süremizi kısaltıyor. Derin düşünme, odaklanma, sabır gibi zihinsel kaslarımız köreliyor. Bugün ise “sahip olmak” bile yetmiyor; “görünür olmak” şart. Fotoğraf çekilmeden yaşanmış sayılmayan anlar, paylaşılmadan değerli sayılmayan başarılar… Oysa gerçek mutluluk, ekranlara sığmayacak kadar derin. Ama popüler kültür, görünmeyen şeyin var olmadığını fısıldıyor bize. Böylece kendi iç dünyamızdan uzaklaşıyor, vitrindeki bir mankene dönüşüyoruz.

Biz mi popüler kültürü tüketiyoruz, yoksa o mu bizi tüketiyor?

Çözüm, tamamen kopmak değil; bilinçlenmek. Medya okuryazarlığını geliştirmek, tükettiğimiz içeriği sorgulamak, arada dijital detoks yaparak sessizliği hatırlamak. Kendi değer pusulamızı oluşturmak, trendlerin ötesinde gerçekten ne istediğimizi bilmek. Ve en önemlisi, yavaşlamak. Çünkü hızlı tüketilen şeyler değil, derinleşen deneyimler hayatımızda iz bırakır.