Son yıllarda birilerinin büyük gayretiyle Türkiye, muhafazakar çizginin göbeğine kaymaya devam ediyor. Aslında kaydığı çizginin, tam da sözlük anlamında 'muhafazakarlık' olduğundan emin değilim.

O çizgi, daha ziyade 'köktendinci' bir anlayış.

Karahanlılar'dan bu yana İslamiyet'i kabul etmiş, yüzyıllardır bu değerlerle yaşamış atalarımız yanlış mı yapmıştı? Onlar dindar değil miydi?

Emperyalist düşüncenin, komünizm tehlikesine karşı geliştirdiği 'yeşil kuşak' şeridindeki toplumlar üzerinde 'selefi egemen' dinci anlayışın sırıtışı bu görünen.

Orta Asya'dan bu yana getirdiği, ya da Anadolu'da yüzyıllar süren bir hayat sonucu oluşturduğu gelenek, görenek, kültürel değerleri bir yana bırakan insanımız, bu selefi dinciliğin peşine takılmış gidiyor.Yıllardır birlikte yaşadığımız insanlar, günlük yaşamla ilgili ahlak kurallarını ve değerlerimizi selefi gözle yorumlaya başladılar.

Bu anlayışın savaş, terör, kan ve kin olarak göründüğü hepimizce malum.

Yalan mı? Medyaya bir bakın. Onlarca yıl önce var mıydı böyle değerlendirmeler? Ortadoğu'yu karıştıran emperyalizm, mülteci sorununa neden oldu. Sadece mağdur insanlar değil, 'selefi kafa' da iltica etti ülkemize.

***

Ahlak, toplum içinde geleneklerin, değerlerin, kuralların bütününden oluşan; birey, grup ve toplumların doğru-yanlış, iyi-kötü davranışlarını belirleyen, yönlendiren, şekillendiren sistematiktir.

Bireyin vicdanına dayanır.

Toplumların hayatla ilgili ilkelerine dayanır.

Evrensel insanlık değerlerine dayanır.

Ernest Hemingway, 'Bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlakidir, kötü hissediyorsan gayri ahlakidir.' demiş.

Propagandalardan etkilenen çoğunluğun, siyasi veya günlük çıkarlara dayalı ürettikleri her düşünce ahlakîdir denebilir mi?

Asırlardan bugüne taşıdığımız değerlere göre,'ahlaksız' diye nitelenenler çoğunluk olursa, insanlara dayatacakları kurallar ahlak olur mu? Sadece ganimetle yaşayan bir grupta en ahlaklı insan en çok çalan olur. Çoğunluk takdir ediyor diye, biz de böyle mi düşünelim?

***

Küçük bir kuşun kanadı kırılsa yüreği parçalanan bu toplum, kim olursa olsun insan ölümlerini, her ne adına olursa olsun onaylıyor ve alkışlıyorsa, orada vicdan kalmamıştır. 'Benim gibi düşüneni öldürmek yasak, benim gibi düşünmeyenler ölebilir.' şeklinde evrensel bir ahlak anlayışı olamaz. Ahlakî kurallar, yerini ilkel güdülere bırakmış demektir.

***

Ateş, su ve ahlak bir yolda buluşmuşlar.Tanıştıktan sonra bir muhabbete tutuşmuşlar. Başlamışlar kendilerini tanıtmaya. Ateş başlamış söze:

'Bendeniz ateş. Ben ışığımdır kimi zaman karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim. Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım, yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse. Çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir.' der ve ekler ateş. 'Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa kimi zaman yangın olurum ansızın yakalarım en boş anlarda. Onun için benimle aranızı iyi tutun.' der.

Su başlar söze:

'Bendeniz su. Hayat kaynağıyımdır. Yokluğum çok kötüdür. Ben olmazsam yaşayamaz mahlûkat. Her hayatta ben varım, benim olduğum yerde hayat.' Sonra başlar ateşin yaptığı gibi zararlarından bahsetmeye: 'Fakat ben bir kızarsam sel olurum bazen, bazen bir fırtınayla gelirim, ne varsa yutarım. Onun için benle aranızı iyi tutun.' der.

Sıra gelir ahlaka:

'Bendeniz ahlak. Hayat düzeninde benim yerim başkadır. Benim hiç bir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem.' der.

Sonra ateş girer söze:

'Ben bu arkadaşlığı çok sevdim. Hani olurda bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl buluşacağız?' der.

Su derki: 'Beni kaybederseniz eğer, bir yağmur görür, bir şırıltı duyarsanız kaçmayın, yaklaşın, ben orada olurum.' der.

Ateş der ki: 'Beni kaybederseniz eğer, bir duman görür, bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin, ben orada olurum.' der.

Sıra gelir ahlaka: 'Siz siz olun, beni sakın kaybetmeyin. Eğer beni bir defa kaybederseniz bir daha bulmanız mümkün olmayabilir.' der.