Tüm Emeklilerin Sendikası Genel Başkanı Zeynel Abidin Ergen ile söyleşimize devam ediyoruz.
BY: Siz, geçmişte Kamu Emekçilerinin sendikal mücadelesinden geliyorsunuz. O dönemin koşulları nasıldı?
ZAE: Yakın tarihimizde bu mücadelenin en kapsamlı örneği, kamu emekçilerinin verdiği sendikal mücadelede görüldü. Bu sürece1995’de kurulan emekli sendikaları dâhil oldu. Kamu emekçilerinin fiili ve meşru sendikal mücadelesi, o dönemin koşulları içinde adeta toplumsal mücadelenin öznesi haline gelmişti.
Kamu emekçilerinin bu dönemde öne çıkmalarının maddi temelleri de vardı.
En önemli nedenlerden biri 12 Eylül darbesi sol, sosyalist ve demokratik muhalefeti silindir gibi ezdiği, en küçük çaplı bir itiraza tahammül gösterilmediği bir ortamın varlığı idi.
Bir diğer önemli gelişme, SSCB’nin dağılması sonucu, solda yaratılan kafa karışıklığı ve kapitalizmin tek seçenek olduğu propagandasının etkisiyle, sol bir seçeneğin yaratılmamasını sayabiliriz.
Reel sosyalizm yenilgisi sonrası, kapitalizmin neo-liberal saldırıları karşısında ideolojik dağınıklık yaşayan sol etkili bir muhalefet yaratamadı. Yer yer gelişen demokratik direnişler sisteme karşı bir seçenek oluşturmaktan uzaktı. Parlamento içindeki muhalefet partilerinin parçalı yapıları ve sistemle uyumlu ideolojik ve politik tutumları yeni bir toplumsal muhalefetin ortaya çıkmasını da sönümlendiriyordu.
BY: Toplumun büyük kesiminin, özellikle emeklilerin yaşadığı aşırı yoksulluğa karşı emeklilere sahip çıkmaya çalışan yine sol sosyalistler diyebilir miyiz?
ZAE: Sol, sosyalist yapıların sisteme karşı bir seçenek oluşturamamaları sonucu, Özellikle çalışan ve yoksul kesimde sisteme karşı gelişen hoşnutsuzluk, dünyaya soldan bakan, politik mücadele deneyimi olan, aydın kamu emekçileri önderliğinde yeni bir sendikal hareket ortaya çıktı. Yasayla tanımlanmamış bu sendikal hareket, fiili ve meşru mücadelenin ne derece etkili olduğunun da göstergesidir.
Bu koşullarda fiili olarak iş, ekmek, özgürlük mücadelesini, sendikal ve demokratikleşme mücadelesi ile birleştiren kamu emekçileri örgütlenmesi, emek ve demokrasi mücadelesinde bir nevi toplumsal muhalefetin öznesi haline geldi. Çok ciddi örgütlendi ve etkili eylemler yaptı.
Her ne kadar devrimci bir kuşağın önderlik ettiği kamu emekçileri hareketi günün koşullarında önemli rol oynasa da sınıfsal karakterinden bağımsız düşünülemez. Kamu emekçileri doğal olarak (bugünden bağımsız) düzenle bağları güçlü bir kesimdir. Sınıfsal karakteri küçük burjuva olan bu jenerasyon, toplumsal muhalefetin ağırlığını taşıyamazdı. Taşıyamadı da… Siyaset üretmekte zorlanan ve kitleselleşmede sıkıntı yaşayan kimi siyasi yapılar, sendikaları ve diğer demokratik kitle örgütlerini kendi siyasal ihtiyaçları üzerinden dizayn etme istemi, siyasal yelpazenin bu dinamik kesimini kendi yedeklerine alma çabaları, sendikal siyasetin ve mücadelenin kendi dinamikleri ile gelişmesinin önündeki handikaplardı. Sendikaların çoklu yapılar olduğunun göz ardı eden faydacı anlayışların varlığı, sendikalarda farklı eğilimler ve parçalanmaları tetiklemiştir. Siyasi birliktelik ile sendikal bağımsızlık arasındaki ince çizginin kavranamaması, bugünün de sorunlarındadır. Bu tespit işçi sendikaları içinde geçerlidir. Sendikalar bu girdaplardan çıkmayı tartışmalıdır.
Tabii devlet de boş durmadı. Gelişen sınıf ve kitle hareketlerini kontrol altına almak için harekete geçti. Kamu emekçilerinin sendikalaşması kabul edilse de kolu kanadı budandı. Bugün sendikaların hiçbir yaptırımı yoktur. Grev hakları yoktur. Toplu iş sözleşmesi tamamen iktidarın kontrolündedir. Zaten iktidar kamu çalışanlarına sendika statü yasası çıkarırken, sendikaları etkisiz kılmak için gerekli sigorta ayarlarını yaparak kanunlaştırdı. Grev hakkı yoktur. Hakem heyeti gibi tamamen iktidar odaklı akla ziyan karar heyetinin işin göz boyamasından başka anlamı yoktur. Memur alımında mülakat, yandaş seçme sınavına dönüştürülerek, yandaşların kamu kurumlarına doldurulması sağlandı. Böylece kamu emekçilerinde yandaşların sayısal çoğunluğu sağlandı. Böylece örgütlü olan kamu emekçilerinin büyük çoğunluğu, hali hazırda iktidar güdümlü sendikalarda örgütlendirildi. İşsizlik ve gelecek kaygısı, emekçilerin yandaş sendikalara geçmesi için rüşvet olarak kullanıldı.
Emekçilerin, yoksulların, işsizlerin, ötekileştirilenlerin hatta emeklilerin büyük bir bölümünün celladına âşık topluluğa dönüştürülmüş olmalarının kabahati yalnızca bu kadar da değildir. Yıllardır halkın oylarını alıp, politika üretmeyen, kapitalist düzenin gönüllü koltuk değnekliğine soyunmuş, kendi konfor alanlarından çıkmayan siyaset tarzının, sendikal anlayışların hiç mi kabahati yoktur? Nazım’ın dediği gibi ‘’kabahatin çoğu sende be kardeşim’’, demesine diyelim ama bu realiteleri de unutmamak lazımdır.