Ortadoğu kanla, acıyla ve sahte umutlarla yoğrulmaya devam ediyor. Gazze’de İsrail’in bitmeyen katliamları, Suriye’de Esad rejiminin çözülüşü sonrasında şekillenen yeni güç dengeleri, emperyalizmin bölgeyi yeniden dizayn etme planının sadece birkaç parçası. Herkes barıştan söz ediyor ama kimsenin ağzındaki “barış”, aynı anlama gelmiyor.
Geçtiğimiz hafta Emek Partisi Eskişehir İl Örgütü’nün düzenlediği “Değişen Dengeler: Türkiye’de ve Ortadoğu’da Barışın Olanakları” paneli, bu karmaşayı berraklaştıran bir tartışma zemini sundu. Panelin moderatörlüğünü EMEP İl Başkanı Ceren Kökoğlu yürüttü; konuşmacılar ise EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan ve barış akademisyeni Doç. Dr. Yücel Demirer’di.
İki konuşmacı da meseleyi aynı kökten ele aldı: Barış, emperyalizmin lütfu değil, emekçilerin iradesiyle kurulacak bir düzendir.
Emperyalizmin Gölgesinde Barış Olmaz
İskender Bayhan konuşmasında, iktidarın “Malazgirt’ten başlayan fetih hikayesi”ni bugünün dış politik meşruiyeti haline getirdiğini söyledi. Bu anlayışın “Türkiye Yüzyılı” söyleminde yeniden üretildiğini belirtti. Yani iktidar, 1000 yıllık bir fetih masalını, 100 yıllık bir “yeni yüzyıl” hayaline teşmil ediyor. Bu masalın içinde ne halkların kardeşliği var ne de barışın dili. Çünkü barış, ancak egemenlerin değil, halkların iradesiyle mümkündür.
Bayhan’ın vurguladığı gibi, barışın adresi saray değil, sokaktır. Çünkü iktidar her seferinde “barış komisyonu”, “açılım süreci” ya da “diyalog zemini” gibi söylemlerle barışı bir “ömür uzatma aracına” çeviriyor. Barışın kendisini değil, iktidarının ömrünü korumak istiyorlar.
Büyük Paylaşım Savaşında Yeni Cephe: Ortadoğu
Doç. Dr. Yücel Demirer’in değerlendirmesi, meseleyi daha geniş bir çerçeveye oturttu. Demirer, 21. yüzyıldaki emperyalist emellerin kökenini, “büyük paylaşım savaşları” çerçevesinde ele aldı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bu paylaşımın kanlı zirveleriydi. Bugün ise bu savaşın yeni biçimi enerji, doğa, nadir toprak elementleri ve emek üzerinde yürütülüyor.
Demirer, Trump’ı “emperyalizmin mızrak ucu” olarak tanımladı. Çünkü Trump, yalnızca ABD’nin başkanı değil, kapitalizmin krizine çare arayan yeni yağma düzeninin temsilcisiydi. Emperyalizm, krizi aşmak için savaş, işgal ve talanı derinleştiriyor; Türkiye gibi bölgesel güçler de bu büyük paylaşımın taşeronu olmayı kabulleniyor.
Lenin’in bir asır önce yazdığı gibi, emperyalizm kapitalizmin en yüksek ve en saldırgan aşamasıdır. Bugün Gazze’deki çocuk cesetleriyle, Suriye’nin yıkıntılarıyla, Eskişehir Beylikova’daki nadir toprak elementiyle, aynı sermaye iştahı birbirine bağlanıyor. Emperyalizm sadece toprağı değil, emek ve doğayı da yağmalıyor.
Türkiye’de Barışın Gerçek Zemini
Türkiye’de iktidar, “barış” sözcüğünü her kullandığında aslında savaşa yatırım yapıyor. Kürt sorunundan dış politikaya kadar her alanda barış, kontrol altında tutulması gereken bir süreç olarak görülüyor. Barış komisyonu kuruluyor ama onun ardında, iktidarın ömrünü uzatma hesabı yatıyor.
Bu ülkede barış, ancak emeğin ve halkların iradesiyle, yani tabandan kurulur. Barışı pazarlık masalarında değil, meydanlarda, sendikalarda, kampüslerde, atölyelerde aramak gerekiyor. Çünkü sermaye, barışı da bir “yatırım aracı” haline getirdi.
Emek ve Halkların Barışı
Ortadoğu’da barış, emperyalizmin gölgesinde filizlenmez. Ne ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projelerinde, ne NATO’nun sınır ötesi planlarında, ne de AKP’nin “medeniyet coğrafyası” nutuklarında barış vardır.
Gerçek barış, işçilerin, kadınların, yoksulların, ezilen halkların ortak mücadelesinden doğar. Bu mücadele yalnızca silahların susması için değil, sömürünün bitmesi içindir. Çünkü sömürü sürdükçe savaş yeniden doğar.
Bugün Gazze’deki çığlık, İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da, Şam’da, Kahire’de yankılanıyorsa; bu, emperyalizmin zincirlerinin her coğrafyada aynı gıcırtıyla sürüklenmesindendir. Barışın yolu bu zinciri kırmaktan geçiyor. Ve bu zinciri kıracak güç, yalnızca emekçilerdir.