Her şey gözlerimizin önünde yaşanıyor; ölüm ne kadar yaşanabilirse…
Öyleyse ben şahidim…
Sizler de öyle…
Ölmeyen herkes…
Ölmeyen herkes şahit, ölenler ise şehit…
Ne tarafta olmak istersiniz?
'Ben de şehit olmak istiyorum' diyen bakanın sözlerine aldanıp ya da aldanmayıp ama aldanır görünüp, aynı yalancı kedi rolü size uyar mı?
Bana uymaz…
Sırf bana değil, biraz aklı, biraz vicdanı, biraz vefa duygusu olan kimseye uymaz…
Bu uygunsuzluk haline bakarken bir de dönüp arkasındaki insanlara bakan-lar; 'ben de şehit olmak istiyorum' diyen bakan kadar bile, yalancı bir acının gölge oyuncusu olamıyorlar…
***
Ben şehit olmak istemiyorum…
Ben yağmurlu bir gecede, karanlığın içine pisipisine devrilip gitmek istemiyorum, neyin ve kimin uğruna öldüğümü bile bilmeden…
Ben şahit olmak da istemiyorum,
Yerinde olmak istemediğim gencecik bedenlerin yok olup gitmelerine…
Oysa,
Hiç kimsenin şehit ve hiç kimsenin buna şahit olmasına gerek yok…
Oysa koca bir ülke her şeye, saniye saniye şahidiz…
Ölüm gelip bizi, bir yakınımızı, canımızı, kanımızı bulana kadar…
***
Ben şehit olmak istemiyorum…
Olacaksam da eğer, ülkem için, ülkemin geleceği için olmak isterim…
Bir şeye değsin isterim ölümüm…
Yoksa,
Birileri 400 milletvekili kazansın diye değil…
Ben şahit de olmak istemiyorum…
Birileri 400 milletvekili çıkarabilsin diye göz göre göre ölen insanlara şahit olmak istemiyorum…
Her ne kadar adını güzelleştirsen de, ölüm ölümdür…
***
Seyredin efendiler, seyredin…
Alın efendiler alın…
Size değil 400, değil 4 bin, değil 400 bin, dünyanın gelmiş geçmiş tüm milletvekilleri, tüm başkanlıkları, tüm tek adamlıkları feda olsun…
Alın hepsini gidin…
Ama ben artık,
Ne bu kanlı oyunda şehit, ne de bu kanlı oyuna şahit olsun istemiyorum, bir tek insanın bile…
ÖLÜM ADIN 'KALLEŞ' OLSUN…
Nazım Hikmet,
'Öleceğimi bilerek ölmek isterim' diyor bir şiirinde…
Ölümün;
Kalleşçe,
Sinsice yaklaşıp bir anda,
Hiç haberi yokken,
Hiçbir şey yapamadan,
Kendini bir an olsun savunamadan ağına düşürmesini yediremez kendisine…
Oysa bir sabah,
Kapıya bırakılan gazetesini alıp, ocağa çay koymaya mutfağa girdiği anda…
Orada;
Sırtını verip mutfak kapısına;
Yavaşça çökerek…
Ölüyor olduğunu bile anlamadan…
Güneşe son kez bakıp,
Vera'yı son kez öpemeden…
Kalleşçe…
Aynı bir zırhlının içinde,
Ne olduğunu tam olarak anlayamadan
Ölmek gibi…
HAYIRDIR…
AKP İl Başkanı Dündar Ünlü ve yönetim kurulu üyeleri ile Odunpazarı ve Tepebaşı ilçe başkanları topluca Aydın Arat'ın mezarını ziyaret etmişler…
Haberi okuyunca, 'hayırdır inşallah!' demekten kendimizi alamadık…
Ama sonra asıl bombayı öğrenince, 'insanlık hali olur böyle şeyler' demekten de kendimizi alamadık…
Aydın Arat 4 Ekim 1997 yılında vefat etmişti. Mezarı başındaki anmanın tam bir ay öncesine denk gelmesi, 'AKP galiba kesin tarihi bilmiyor' diye düşünmemize neden olsa da, önümüzdeki 4 Ekim tarihinde yapılacak anma törenine katılmaktansa, bir ay önceden 'bilerek ve isteyerek) böyle bir ziyareti gerçekleştirdikleri ihtimalini de gözardı etmemek gerekiyor…
Yanıldılarsa bile, olabilir, aynı yanılgıya 10 yıl önce kendi partisinin (DYP, sonradan DP) yöneticileri bile düşmüşlerdi…
Asıl önemlisi, bu ziyaretin nedeni…
AKP birilerine göz kırpıyor galiba…
Bugüne diğer partileri, kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerine oy vermeyenleri adam yerine bile koymazken, 7 Haziran seçim sonuçlarında görmüş olmalılar ki, pabuç hiç de ucuz değil. MHP'ye, şimdi DYP'ye, yarın belki CHP'ye yakın isimleri kullanarak seçmene daha sempatik görünmenin yollarını arıyorlar…
Allah dualarını kabul etsin…
Tabi burada kendileri için değil Aydın Arat için dua ettiklerini varsayarak söylüyorum bunu…