Zamanın birinde, bir şehirde,

Aynı sokakta üç terzi varmış…

Birinci terzi dükkânı ışıl ışıl…

Gösterişli, belli zengin işi dikişler yapılıyor…

Tabelasında ise,

“Şehrin en iyi terzisi” yazıyor…

Sokağın bir başka noktasında,

Diğerinden daha gösterişli…

Daha büyük, daha zengin gösteriyor…

Tabelasında ise şu yazıyor;

“Ülkenin en iyi terzisi…”

Sokaktaki üçüncü terzi dükkânı ise,

Diğerlerine göre çok daha mütevazı…

Aydınlık ama küçük,

Sıcak ama daha çok halk işi…

Onun tabelasında ise şu yazıyor;

“Bu sokağın en iyi terzisi…”

***

Yine zamanın birinde;

Vatandaş bir terzi dükkanına giriyor…

Niyeti kendisine fes diktirmek…

Terziyle selamlaştıktan sonra,

Elindeki kumaşı uzatıp soruyor…

“Bu kumaştan bir fes çıkar mı?”

“Elbette çıkar” diyor terzi…

Bu cevaptan cesaretlenen bizimki, tekrar soruyor…

“Peki iki tane çıkar mı?”

Terzi yine aynı cevabı veriyor…

“Elbette çıkar…”

“Peki üç tane?”

Cevap yine aynı…

“Elbette çıkar…”

“İki gün sonra gelip alabilirsin” diye de ekliyor…

Vatandaş ellerini ovuşturarak çıkıyor terziden…

Bizim vatandaş iki gün sonra heyecanla geliyor terziye…

“Benim fesler hazır mı?”

“Hazır” der terzi, sonra dükkanın arkasına geçer, içinde feslerin olduğu bir paket getirip uzatır…

“Buyur…”

Vatandaş büyük bir hevesle açar paketi…

Bir de ne görsün…

Kahve fincanından az büyükçe üç fes…

“Usta bu ne?

Nasıl kullanacağım ben bunları?
Bunlar benim kafama küçük gelir...”
der hiddetle…

Terzi hiç istifini bozmaz…

“Sen bana bu kumaştan üç fes çıkar mı diye sordun, ben de çıkar dedim…

Benim kafama giyeceğim üç fes çıkar mı demedin ki…”

***

İşte zamanın birinde işler böyleymiş…