12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 45 yıl geçti. Darbenin ardından yaşanan süreç halkın işkenceler, tutuklamalar, sürgünler, idamlar ile en çok hırpalandığı, ezildiği bir dönem oldu.

12 Eylül öncesinde ve sonrasında yaşanan hiçbir şey tesadüf değildi.

Günümüzde zirve yapan “uzaktan kumandalı” siyasal süreçlerin şaşırtıcı senaryoları daha o günlerde yazılmıştı…

“BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI..!”

1974’te kurulan CHP – MSP koalisyon hükümeti haşhaş ekim yasağını kaldırmış, akabinde Kıbrıs’a müdahale edilmişti. Bunun üzerine Amerika (ABD) Türkiye’ye çok ağır ambargolar uygulamaya başladı.
1980’in başlarında Hükümet; ABD’ye “Türkiye’deki üsleri bizim iznimiz olmadan başka amaçlar için kullanamazsınız diyordu.
ABD, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına girmesini veto etmemesi için Türkiye’yi sıkıştırıyordu.
İran’daki rejim değişikliği Körfez’i hareketlendirmişti. Türkiye’de “ABD’nin Orta Doğu’da sözünü dinleyecek” otoriter bir iktidara ihtiyaç vardı.

Düğmeye basıldı; siyasi istikrarsızlık, çatışmalar, terör, suikastlar, katliamlar “çatışan tarafların bile anlayamadığı” boyutta arttı. “Koşulların yeterince oluştuğuna” karar verenler 12 Eylül 1980’de yönetime el koydu.

ABD’nin CIA Türkiye Masası Şefi, 12 Eylül darbesi yapıldığı gün, ABD Başkanı J.Carter’a giderek ‘Bizim çocuklar başardı’ demişti.

“SİYASAL DİNCİLİĞE” ALAN OLUŞTURULDU…

Emek ve demokrasi karşıtı faşist bir darbe olan 12 Eylül’de toplumsal mücadelenin tüm dinamikleri baskı ve zorla ezildi.

Emekçi katmanlarda yoksulluk artarken “sistemli, planlı” baskılarla yaratılan siyasi çaresizlik, örgütlenme ve özgüven yıkımı ile ilerici değerlerden kopuş hızlandırıldı. Bu durum, toplumun önemli bir kesiminin kaderciliğe, mistisizme yönelmesine neden oldu. Böylece siyasallaştırılan “dinci gericiliğin” gelişip yaygınlaşması için “verimli alanlar” oluşturuldu.

12 Eylül döneminde, kamunun sosyal nitelikleri ve ülkemizin tüm ekonomik, sosyal kazanımlarının tasfiyesi ile gerçekleştirilen neoliberal rantçı dönüşümler; laikliğin, hukukun, demokrasinin törpülenme gayretleri ile birlikte yürütüldü. Erbakan’ın (salt batı düşmanlığına dayalı da olsa...) Milli Görüş çizgisi parçalanarak Ilımlı İslam ve Büyük Orta Doğu Projesi’ne uygun siyasi partiler, siyasetçiler parlatıldı.

Oluşturulan böylesi bir toplumsal ortamda kurgulanan Ulus Devlet” karşıtı akımlar emperyalistler ve egemen sınıfların desteği ile palazlandırıldı, iktidara yönlendirildi.

FETÖ, 12 EYLÜL DARBESİNDE KORUNDU…

FETÖ elebaşı F. Gülen, İzmir’de görev yaparken 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce rapor alarak görevinden ayrıldı. 12 Eylül’de hakkında arama kararı çıkartılan FG, bir türlü bulunamadı(!).
FG, sözde aranmaya başlandığı 12 Eylül 1980’den tam 6 yıl sonra teslim oldu ve ifadesi alındıktan sonra hemen serbest bırakıldı. “Sihirli bir el” FETÖ’yü koruyor, “içeride ve dışarıda” örgütlenmesi için her türlü desteği sağlıyordu.

12 EYLÜL DARBESİ PKK’YI BÜYÜTTÜ…

1978’lerde PKK, güneydoğudaki örgütlenmeler içinde en zayıfı ve teorik düzeyi en düşük olanıydı. Terörist başı Apo’nun karanlık ilişkileri 1970’lerden beri sol çevrelerde konuşulan bir konuydu. Dönemin Devrimci Sosyalistleri “Apocuları” toplantılarına bile almıyordu.
1980 Cuntacıları, öncelikle güneydoğudaki solcu Kürtleri tasfiye etti. Meydan, bu dönemde sessiz kalmayı tercih eden ABD taşeronu, çakma solcu(!) PKK’ya bırakıldı. Mamak, Diyarbakır gibi cezaevlerinde işkencelerden geçirilen insanlara adeta PKK’ya katılmaktan başka seçenek bırakılmadı. Bir süre sonra ideolojik temelli hareketler yerini ırkçı, bölücü şovenizme bıraktı. Zaten emperyalistlerin istediği de buydu.

45 YIL SONRA GERİYE BAKTIĞIMIZDA…

12 Eylül cuntacılarının bir türlü yakalayamadığı(!) Amerikan emperyalizminin maşası FETÖ; 15 Temmuz’da Türkiye’yi ele geçirmeye kalkıştı. Olayın bulutları henüz dağılmadı ve bazı soruların cevapları hala netleşmedi.
12 Eylül’den sonra palazlanan, yıllarca İncirlik’ten beslenen PKK/PYD terör örgütü, ABD tarafından açıkça “legal” müttefik ilan edildi.
Halkın siyaset yaparak bir şeyleri değiştirebileceği inancı 12 Eylül’le beraber yok edildi.

Siyasete ilgisiz, ülke sorunlarına duyarsız, köşeyi dönme meraklısı, bir gençlik ve toplum yaratıldı. Ekonomide neoliberal, toplumsal yaşamda muhafazakâr, siyasette otoriter yönetim anlayışı giderek başka mecralara doğru evrilmeye başladı.

45 yıl sonra geriye ne kaldı derseniz; işkencelerde ölen, sakat bırakılan, hapislerde çürütülen, idam sehpalarında canları alınanlardan oluşan binlerce “darbe mağduru, zedelenen demokrasi kültürü ve “laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti” yerine dayatılmaya çalışılan “ılımlı İslam modeli ile tüm Asya ve Afrika’nın lideri olacağımızı hayal edenler kaldı…