Ankara Saldırısı sonrası…

Melun saldırganın, kopuk parmak ucu ile yanmamış kimliği bulundu arabada. Parmak izinden belirlendi hemen. Adı sanı yazılı kayıplarımızın kimlikleri belirlenmeden; teröristin Suriye Amude doğumlu, YPG militanı 'Salih Neccar' olduğu söylendi. Sınırdan girerken hem parmak izi, hem fotoğraf bırakmıştı.

Amude'den açıklama geldi: 'Bize bağlı Bibo köyünde bir Salih Neccar var, o da 60 yaşında.'

Ardından PKK'nin bir askeri bir kanadı olan TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) üstlendi saldırıyı.

Saldırganın Vanlı 'Abdükbaki Sönmez', kod adının 'Zinar Raperin' olduğunu duyurdu.

Ailesi kabullendi. Sadece soyadının Sömar olduğunu söyledi. İfade ve DNA örneği verdiler. 158 parçaya ayrılmış cenazelerine bir de taziye çadırı kurdular Van'da.

***

Devletin uzmanları, buldukları verilerden emindi. Devletin yönetenleri de sırayla ve aynı cümlelerle ısrarlarını sürdürdü.

Makul insanlar, canlı bombanın sahte kimlikle girdiğini, Salih Neccar isminin sahte olduğunu söyledi.

TAK saldırganın fotoğrafını yayınladı. Google Amca'ya sorunca, fotoğrafın 'fotoshop'lu olduğu anlaşıldı.

Yandaş gazeteler Salih Neccar'da ısrar etti. Üstelik Suriye İstihbarat Teşkilatı (El-Muhaberat) üyesi olduğu iddiasındaydılar

Karşıt gazeteler temkinliydi. İnandırıcı bulmuyorlardı yapılan açıklamaları. Cemaat ile el ele yapılan eski (Ergenekon vb.) operasyonlarda deliller konusunda açığa düşülmüştü; cemaat paralelleştikten sonra karşılaşılan olaylardaki açıklamalar da, onlardan öğrendikleri şekilde 'acemice' diyorlardı.

Şu bilgi kirliliğine bak!

Kime inanacak bu halk?

***

Ulusça doğruyu öğrenmek istiyorduk;

'Küfrümüz, bedduamız yerine gitsin' diye.

Ama mümkünatı yok!

Acaba soruşturmanın güvenliği açısından mı; yolsa 'çok tekrarlarsan, halk yalana inanır' metodunun algılanması için 'zaman kazanma operasyonu' mu?

Bu tür olaylar olduğunda kanal kanal gezen eski istihbaratçıların şu tespiti ister istemez belleğimden geri gelip çınlıyor:

'Biz istihbaratçılar, öncelikle yapılan saldırıdan kimin menfaati olduğuna bakarız.'

***

Bakanlar Kurulu Sözcüsü Numan Kurtulmuş da fark etti karışıklığı:

'İsmin farklı olması gerçeği değiştirmez.' dedi.

Sonunda DNA eşleştirmesi tamamlandı. Canlı bombanın Suriye sınırından sahte Salih Neccar kimliğiyle, mülteci gibi giriş yapan Abdülbaki Sömar olduğu gerçeği ortaya çıktı.

Eline tuz alıp koşanları adli tıp mı kandırmıştı; yoksa öyle olmasını mı istediler tam olarak anlayamadık.

***

Adı lazım değil!

Benim için Ali ya da Veli fark etmez!

Bu katil 29 can aldı. Aileleriyle birlikte ülkemin yüreğine ateş düşürdü.

Kim olursa olsun! Suçsuz, günahsız insanları öldüren, döktüğü benzinle 'insanları savaşsever yapan' katilden, sadece 'nefret ediyor ve lanetliyorum.'

Adı, ancak 'kendisine sorunca öğrenilebilecek bir muamma' gibi oldu. Komedi ya…!

Yaşanan travmayla gerilen yüz kaslarımızı gevşetmesi dileğiyle bir fıkra geldi aklıma.

***

Temel ile Fadime otobüsle köylerine giderken, dağ başında eşkıyalar otobüsü durdurur, herkesi aşağı indirirler. Üzerlerinde ne varsa toplayıp sıraya dizerler.

Eşkıya başı tutsaklara sırayla sorar:

'Senun adun ney?'

'Ahmet.'

'Vurin buni!'

'Senun adun ney?'

'Dursun.'

'Vurin buni!'

Soru, cevap ve emir benzer şekilde sürüp gider. Sıra Fadime'ye gelir:

'Senun adun ney?'

'Fadime.'

'Uy! Anamın adıdır. Vurmayin, birakun gitsun.'

Sıra Temel'e gelir:

'Senun adun ney?'

Temel kısık bir sesle cevap verir:

'Benim adum Temel, ama köyde bana 'Fadime' derler.'

***

Katilin Abdülbaki Sömar olduğu ortaya çıktı, ama oralarda ona Salih Neccar diyorlardı.