Buna en iyi örnekler ; Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Elvan Çelebi, Baba İlyas ve Battal Gazi kült kimlikleridir.

Hacı Bektaş'ın 13. yüzyılda Sulucakaraöyük'de kurduğu tekke, bu bölge Hırıstiyanlarının da kutsadığı Saint Charalambus kültünü Müslümanlaştırarak kendisine maletmiş, böylece Hacı Bektaş Hırıstiyanlarca da benimsenmiştir.Yine aynı yüzyılın ikinci yarısında Balkanlardaki Dobruca bölgesinde bir Türkmen kolonisinin yerleşimini sağlayan Türkmen babası Sarı Saltuk da aynı şekilde orada eskiden mevcut olan Saint Nicolas kültüyle özdeşleşir. 14. yüzyılda Elvan Çelebi tarafından Sain Theodore ve Saint Georges kültünün yaygın bulunduğu eski Eukhaita köyü civarında kurulan tekke, bu kültlerin Baba İlyas'a maledilmesine yardımcı olur. Baba İlyas ile zikredilen kültler arasındaki benzerlik o kadar büyüktür ki adeta kült aynen alınmış ve Müslümanlaştırılmıştır. Bu yüzden rivayete yeni bir ilave ile yukarıda zikredilen isimler ile Baba İlyas'ın arkadaş olduğu rivayeti de eklenecektir.
Burada örnek verilmesi gereken çok önemli kült kimliklerden biri olan Battal Gazi'dir. Kültün kurgulandığı yöre Bizans ile Müslüman Arapların kanlı savaşlar yaptıkları, Hırıstiyanlığın yoğun olarak yaşandığı, Hırıstiyanlık öncesinde de Herakles ve Zeus kültlerinin merkezi konumundaki bir bölgedir. Bölgenin tesadüfi olarak seçilmediği, Battal Gazi Külliyesi'nin ve kült merkezinin, toprak üzerinde hiçbir şey kalmamasına rağmen bir önceki dönemde büyük bir dinsel alan üzerine inşa edilmesi, inşaası esnasında Hırıstiyanlıkta kullanılan simgelerin işlev değiştirerek aynen kullanılmaları da tesadüfi olmamalıdır. Bütün bunların yanında meselenin başına dönerek bir varsayımda bulunursak; savaşçı, kahraman, velî ve hatta 'Kutub' şeklinde resmedilen Battal Gazi ile yine bu bölgede Hırıstiyanlık öncesi dönemde hemen hemen aynı niteliklerle donatılmış Herakles arasında önemli bir bağ olsa gerek.Bu arada Bizanslıların çok önem verdikleri Digenis Acritas destanı ile Battalname arasındaki inanılmaz benzerliklerin de bu senkretizmde önemli rolü olsa gerek.

Hacı Bektaş Velî

Anadolu'ya özgü inanç yapılanmalarını ve 'İnanç Yoğun' kimlikleri salt inanç boyutunda değerlendirmek olası değildir. Anadolu eriyiğinde inançlar kültürlerin içinde yeşermiş ; ya o kültür o inancı doğurmuş veya inanç içinden çıktığı kültürle yanyana yolalmıştır. Hele Anadolu coğrafyasında inançların gündelik yaşam ile çok sıkı bağlar içinde olduğu gözlenmektedir. Bu inançlar da yaşamın gündeliğinde sürekli pratik çözümleri ve pratik eylemleri gündeme getirmiştir. Siyasal, hukuksal veya dinsel muhalefet daima o güne kadar getirilen yaşamsal olguların bastırılmasından, sindirilmesinden veya değiştirilme çabalarından kaynaklıdır. Sistematik, o inancın kavramsal boyutundan çok eylemsel boyutundaki muhalefetten doğmaktadır. Yani Anadolu insanı, o güne kadar getirdiği kültürel ve inançsal motifler saklı kalmak üzere, karşılaştığı dinsel söylemi kavramsal boyutta değerlendirmekten çok gündelik yaşamda ; o inanç ve kültür içinde 'kendisini hangi ölçüde ifade ettiği' ve 'o inanç sistematiğinin kendisine yaşam gerçeğinde ne ifade ettiği' boyutunda değerlendirmektedir.
Farklı düşünme veya muhalefet ilk aşamada kültürle ve o kültürün getirdiği yaşamla sıkı sıkıya ilintili olmaktadır. Bunun içindir ki Anadolu sentezinde, belli inançsal ritüelleri baştan reddeden gündelik yaşamdaki insan, sürekli önüne getirilen, birlikte olduğu ve olacağı inanç ile gündelik yaşamı birleştirme zorunluluğunu hissetmektedir. Bunun içindir ki ilk aşamada kendisine büyük saygı duyulan, toplumsal önderliği gözlenen kişilere inançları ve kültürel yaşamı sorgulama yetkisi vermektedir. Bu platformda Anadolu'daki toplumsal ve inançsal yapılanmanın temel unsurlarından ilki 'Kurtarıcı' bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yapılanmada ; ezilmiş , horlanmış kitleleri bu durumdan kurtarmakla görevli, Tanrısal bir yetki sahibi, karizmatik bir kimliğin öne çıktığı görülür.
Anadolu insanı 'Kurtarıcı' özelliklerle İslamdan önce de tanışıktır. Türkler'in, İran'ın çeşitli yerlerinde Abbasi yönetimine karşı girişilen pek çok başkaldırı hareketine 'Kurtarıcı' karakterlerle katıldıkları bilinmektedir. Türkler İslam'la tanışıklıklarından sonra bu mesiyanik inançlarını bu defa Anadolu'ya özgü bir 'Kurtarıcı Kimlik' biçiminde sürdürmüşlerdir. Burada İslam öncesi kültür ve yaşam bağının İslam'dan sonra da İslam'a uydurulması, rezonansa sokulma isteği gözlenmektedir. Osmanlı tarihinde de sayısız mesiyanik hareketler görülmektedir.
İkinci aşamanın kültürel ve dinsel 'Süreklilik' olduğu gözlenmektedir. Bu olgu, İslamın uzun yüzyıllara yayılan bir zaman ve Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar uzanan bir mekan süreci içinde çeşitli Türk toplulukların İslam dışındaki diğer, çok değişik dînî ve mistik kültürlerin ürünlerini bağrında saklamış olmasıdır.
Eski doğa ve atalar kültlerinden Şamanizm'e, buradan Budizm ve Zerdüştîliğe, buradan Maniheizm ve Mazdeizm'e, hatta Hırıstiyanlığa ve Museviliğe varıncaya kadar Türkler arasında yayılan inançların ve mistik kültürlerin inançları ve yaşamla ilgili birtakım pratik görüntüleri bir dinden ötekine geçerken sürekli eskisinin yenisi içinde devamı suretiyle katlana katlana ve yeni kalıplara girerek İslamla tanışıklığa kadar gelmiştir. İslam 10. yüzyılda Türkler arasına girmeye başladığı zaman çoğunlukla konar-göçer bir toplumsal hayat tarzına dayalı ve bütün bu inançların ürünlerini bağrında saklayan sözlü bir kültür geleneğiyle uzlaşmak zorunda kalmıştır. Eski Kam-Ozanlar yeni Derviş ve Şeyhler olmuşlardır. Onlar bu uzlaşmayı Türkleri hiç sarsmadan sağlayabilmişlerdir. İşte 'Anadolu İnancı' dediğimiz, Orta Asya, Anadolu vb. kültür ve inanç ögelerinin doğurduğu Alevi-Bektaşi düşüncesi ortaya çıkarken bu 'Süreklilik' yapısı ile doğmuştur. Sürekli ve birbirini reddetmeyen, birbirinden sürekli atıflar alan bu gelenek, Türk kimliğinin Orta Asya kültür ve inanç coğrafyasında şekillendirip Anadolu'da uyguladığı bir olgudur.
Üçüncü olgu ise 'Dinsel' karakter olarak ortaya çıkmaktadır. Bizim Anadolu Türk İnancı olarak karakterize ettiğimiz bu inancın en önemli aşaması hiç şüphesiz 'Dinsel' karakteridir. Burada da inanç boyutunda baskın öge pratik çözümleri yaşama ve inanca aktarmış Orta Asya ve Anadolu Türk kültürüdür. İslam öncesinde Türkler arasında hakim olan Şamanizm gibi majik sistemlerin, Budizm, Maniheizm gibi inançların güçlü bir mistik yapı sergilemeleri bu olgunun önemini bir kez daha ortaya koyar. Buna ek olarak İslamın da Türk zümreleri arasında yayılması yine İranlı sûfîler veya İran sûfîliğinden yetişmiş Türk sûfîleri aracılığıyla olduğu için ister istemez tasavvûfî bir yapı içinde oluşmuştur. Bu sûfîler İran mistik İslamını eski Türk mistik yapısının üzerine bina etmekte fazla zorlanmamışlardır. Bu yüzden Anadolu Türk İnancı, ister sünnî kesimle ister sünnilik dışı kesimle güçlü bir evliya kültü etrafında gelişmiştir. Bu kült her iki kesimde de ortaktır.Ancak burada Sünni İslam, tasavvufî bir organizasyon şekline dönüşmemesine karşın, Anadolu Türk İnancının, Bektaşilik olsun, Alevilik olsun çok kuvvetli bir tasavvufî organizasyon halinde oluştuğunu görüyoruz. (Devam Edecek).