Öncelikle kırsalla olan bağın kopması ekolojik sorunların nedenlerinden biridir, hatta en önemlilerindendir. Olay şu ki bir konuyla veya yerle bağın kopması zihinde ona ayrılan yerin de küflenmesi demektir. Düz mantıkla dahi bu konunun başlangıcı bu şekildedir. 'Kırsal' algısının yeniden tartışılmaya başlanmasından son derece mutlu olduğumdan bunun bir yeniden uyanan yaşam felsefesi olmasıyla eskisine kıyasla daha zemini sağlam bir kavram haline gelmesi sağlanabilir. Toplum farklı tarafa yönelmiş durumda ve devlet politikalarında şu an için pek fazla çevre ile ilgili ya da toparlayıcı bir anlayış yok. Türkiye'nin modernleşme sürecinin her aşamasını sancılı yaşadığı gibi kent-köy(kırsal) ilişkisinde de aynı sancıyı yaşamıştır. Tarımsal üretimi temsil eden köylerden Sanayi üretimini temsil eden kentlere doğru kopuşumuzdaki hız, kent-köy karşıtlığı olarak hayatımıza girdi. Köyü aşılması gereken feodaliteyle özleştirirken kentleri de ondan daha üst üretim biçimi ve toplumu kapitalizmle özleştirdik. Ortaya çıkan algıda, kentli olmak daha üst bir değer olarak hayatımıza girdi. Şaşılacak şey ki biz sadece bu konuda Avrupa'dan ters istikamete koşuyoruz. Sebep : feodalitenin bize çok çektirmesi.1927 yılında nüfusun yaklaşık %75'i köylerde, %25′ i kentlerde yaşarken 1950 yılına gelindiğinde köy nüfusunun %1 bile bulmayan bir kısmı kent nüfusuna katılmıştı. Kalkınma politikalarının ivme kazandığı 1950-2010 arasında kent nüfusu 51 puanlık artış yakaladı ve Ülkenin toplam nüfusunun %23'ü köylerde, %77'si kentlerde yaşar hale geldi. 2013 yılında çıkartılan Yerel Yönetimler Yasası ile kent nüfusunun %90'a ulaştığı söylenmektedir. 1950 sonrası köyden kente göçün hızlanmaya başlamasının üzerinden 20 yıl bile geçmemişken sol cenahta Türkiye'nin niteliğini anlamaya çalışan analizler, sol içindeki en büyük fikir ayrılıklarının da temelini oluşturmaya başlamıştır ki bu tartışma bugünkü sol siyasi atmosferin de nüvesini oluşturur. Bu tartışmalar hala yapılıyor mu bilmiyorum ama 2000'li yılların başına kadar yapıldığını hatırlıyorum. Türkiye 'feodal bir ülke mi?' 'kapitalist bir ülke mi?' Yoksa 'yarı feodal bir ülke mi?'. Bu tartışmaları, Türkiye, 'köylü bir ülke mi?' 'Şehirli bir ülke mi?' şeklinde okumak da mümkündür. Sonuç itibari ile kent yaşamı kutsanırken köyler ve köylülük kaçılması gereken varlık halini aldı. Öyle bir algı ve zorunluluk yaratıldı ki kentler bulunulması gerek yer, kentlilik ise tatmin edilmesi gereken duyguya dönüştü. Köydekilerin özlemi kasabalar, kasabadakilerin özlemi kentler, kentlerdekilerin özlemi kent merkezleri, kent merkezindekilerin özlemi ise Avrupa ya da Amerikan kentleri oldu. Kırda olmak düşüncesi, aşılması gereken bir durum iken bugün yeniden kırsala dönüşü tartışır olduk. Bulunduğumuz yerden kaynaklı tartışmada gözden kaçırdığımız büyük bir gerçek olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmalar, genellikle, başından beri kente olan, daha önce kente gelip kırsalla bağlarını en aza indiren ya da tamamen koparan, eğitim düzeyi ve ekonomisi itibari ile orta ve üst orta sınıfa dahil olan insanlar arasında yapılmaktadır. Tartışmanın en çok bu grup içerisinde yapılması şaşırılacak bir durum değildir aslında, kalkınma politikalarının yarattığı toplumsal ilişkilerin merkezinde olup kapitalizmi iliklerine kadar hisseden bu kesim, ekolojik yıkımı en önce keşif edip kıra dönmek istemesi şaşırılacak bir durum değildir.1950-2015 seneleri zarfında göç devam ederken bir ayaklarının da halen kırsalda olmasının aslında avantajını da kullanmak karşıda görülen bir gerçektir. Yaşamsal dokunuş olarak kırsal beslemekte halen çoğunluğu ki insanlar doymak için gelmişti kentlere. Bu felsefeden yola çıkarak geniş bir empatiyle ilk adım genç kuşakların ilk defa kırsal görme durumlarını ortadan kaldırmak gerekiyor. Entellektüel duruşu büyük eksikliği olan eğitime başlayarak halletmek için de yollara düşen toplumun gençliği şu an doğayla barışmanın adımlarını da bu entellektüel duruşa ilave etmeye başlıyor. 'Kırsala Dönüş' üzerinde çok fazla tartışmaya, konuşmaya ve düşünmeye ihtiyacı olan meseledir. Tarım, enerji, ekonomi politikaları ile birlikte değerlendirilmelidir. Köy nüfusunu kent nüfusuna oranını daha Avrupa ve Amerika ortalamasına(%2-3) çekmek isteyen Türkiye'nin henüz bu süreci tamamlayamamış olmasını bir fırsat olarak değerlendirilebilir.