Marguerite Duras’ın da “Parkta” adında güzel bir romanı var.
Yıllar önce okumuştum.
Parkta karşılaşan, yirmili yaşlarındaki genç, güzel, hayat dolu bir kızla yaşça biraz daha büyük olan bir seyyar satıcının hikayesi...
Neyse...
Bu değil yazacağımız yazı.
***
Vüs’at O. Bener, “Palto” öyküsüne,
“Gogol’ün Palto öyküsüyle bir ilgisi yok,” diye başlıyor.
Onun gibi, hemen yazalım...
Yazacağımız yazının Duras’ın “Parkta” romanıyla bir ilgisi yok.
Zaten, “durup ince şeyleri anlamaya” vakti yok insanların.
İnsanlar giderek uzaklaştı bu tür ince duygulardan.
***
Şimdi...
Diyeceğim şu ki:
Yeniden parka döndüm.
Belediye parkına.
Yürüyüş yapmak için.
Bizim gibi sıradan insanların spor yapmaya gidecekleri yer belediye parkı.
Spor salonu...
Fitness falan filan...
Yok!
En iyisi belediye parkı.
Bedava!
“Hava bedava!...
Bulut bedava!...
Dere tepe bedava!...”
Ağaçların gölgesi de bedava...
Daha ne olsun?
Yürü babam yürü!
***
Gidip yeni bir eşofman almakla başladım işe.
Dar paça.
Genç işi.
Sultan, eşofmanı üzerimde görünce,
“Bu ne!” dedi.
“Ne oldu?”
“Senin yaşına uygun mu bu?”
“Uygun! Neden uygun olmasın? Taytla yürüyen adamlar bile var parkta. Benimki eşofman, tayt değil. Şekerpembesi hiç değil. Üzerime de yapışmıyor. Önemli olan spor yapacak olmam. Medeni insan spor yapar!”
***
On beş kişi kadar varız belediye parkında yürüyen.
Parkın etrafında dört dönüyoruz.
Hızlı, aceleci adımlarla.
Her sabah saat sekiz gibi doğal bir şekilde bir araya geliyoruz.
Konuşmak yok.
Samimiyet yok.
Merhaba demek yok.
Yakın temas yok, arada on adım mesafe şart.
Ama birbirimizi biliyoruz.
Tanıyoruz.
Eğer içimizden biri o gün gelmemişse...
Yahut da aramıza yeni biri katılmışsa hemen fark ediyoruz.
Her yaş grubundan insan var aramızda.
Gül fidanı gibi, incecik genç kızlar...
Bize öyle geliyor ama belki o da aynanın karşısına geçince belinin, göbeğinin, basenlerinin yağlanmaya başladığını düşünüyor.
Kırkını çoktan geçip elliye doğru yol alırken irileşip yağlanmış, bambaşka bir insan olmuş; yirmili yaşlarındaki, hiç değilse otuzlu yaşlarındaki bedenine, gençliğine dönme hayali içinde canhıraş bir gayretle yürüyen, yürüdükçe anlaşılmaz bir şekilde daha da kilo alan, yağlanan, yaşlanan çaresiz kadınlar...
Nefes nefese yürüyen yaşlılar...
Arada bir durup spor aletlerinde kendilerini sakatlayacak hareketler de yapıyor yaşlılar.
Muhtemelen doktor, fizik tedavi önerdi dizlerindeki, belindeki kireçlenme için.
O da kendince bir şeyler yapıyor.
Mesela bacağını parkın çitlerine atıp dizinden çatır çutur sesler gelinceye kadar iki eliyle birden var gücüyle bastırıyor dizine.
Ellerini beline koyup belini sağdan sola, soldan sağa çeviriyor.
“Dur yapma! Bir tarafını kıracaksın,” demek geliyor insanın içinden.
Ne yaparsın, insan ancak bu kadar medeni olunabiliyor bizimki gibi ülkelerde.