Bu yazı yazılırken, yitirdiğimiz can sayısı 284'tü…
Bakan açıkladı, dedi ki,
'İçeride en fazla 18 kişi daha var…'
'Onları da çıkarınca 301-302'de kapatırız bu işi…'
Sonra başka bir haber daha düştü internet sitelerine…
'5 bölümden üçüne girildi, girilmeyen daha iki bölüm var…
Ancak oralarda yangın sürdüğü için içeriye küllü su pompalandı…
Betonlaştırıldı yani…
Girilmeyen o bölümlerde en az 400 işçi daha vardı…'
Bir başka iddiaya göre,
'İçeride en az 100 Suriyeli kaçak işçi vardı, o yüzden içeriye yalnızca AFAD'ın girmesine izin verildi.
Suriyeli kaçak işçilerin cenazeleri çıkarılmayacakmış…
O bölümlere de küllü su basılacak ve betonlaştırılacakmış…'
Bunlar korkunç iddialar…
Yalnızca, korku veya felaket filmleri için yazılan senaryolarda olacak şeyler…
Zaten yeterince acı ve gözyaşı varken, böylesine acımasız ve korkunç iddialar ortaya atmak de neyin nesi…
300'ü aşkın canı yitirmek yetmiyormuş gibi, şimdi de 400'den fazla madencinin üzerlerinin betonla örtüleceği söyleniyor…
Bunları yazarken ellerim titriyor;
Hadi diyelim 100 Suriyeli kaçak işçinin arayanı yok, soranı yok…
İçeride oldukları ileri sürülen ve cansız bedenlerinin üzeri kül ve suyla kaplanıp betonlaştırılacağı iddia edilen insanların aileleri, 'Nerede bizim cenazelerimiz?' demeyecekler mi?
Böyle bir iddiayı ortaya atanlar, işin vahametinin görünenin çok üzerinde olduğunu, ölü sayısının az gösterilmesi için böyle bir yola (hileye) başvurulacağını ileri sürüyorlar…
Buradan da AKP hükümetini biraz daha fazla yıpratmanın yollarını arayacaklar…
Ancak bu iddialar asılsız çıkarsa ne olacak?
Bu sefer şemsiye tersine dönecek ve başı öne eğik gezen suçlulara, başlarını kaldırma fırsatı verilmiş olmayacak mı?
Yapılan ve yapılacak tüm suçlamalar ve haklı eleştiriler; sanki haksız ve yalan birer ithammış gibi algılanmayacak mı?
***
Tamam,
Hükümet suçlu, işletme sahibi suçlu, üst kademe yöneticileri suçlu…(Hatalı demek içimden gelmiyor…)
Aslına bakarsanız, bugüne kadar gerekli yasal düzenlemeleri yapmayan tüm hükümetler de suçlu…
Kömür madenlerinde 'yaşam odalarının yapılmasını' yasal bir zorunluluk haline getirmeyen, diğer pek çok iş güvenliği düzenlemesini yapmayan hükümetler…
Bu sürecin içinde olup, suçlu ya da hatalı olmayanlar kim, biliyorsunuz değil mi?
Yaşamını yitiren yüzlerce maden işçisi…
Onların hiç suçu, hiçbir hatası yoktu…
Peki, bu işin bütün bedelini onlar ve aileleri mi ödeyecek?
Ailelerine tazminatları ödemek, maaş bağlamak, kredi borçlarını silmek, geride kalan çocuklarının eğitim masraflarını üstlenmek…
Bunlar, ölümün ağırlığını ne kadar hafifletir, ne kadar unutturabilir…
Üstelik bunları yapmak bir lütuf değil, bir görevdir…
Devletin görevidir, o işletmenin sahibinin görevidir…
Kimse bunları, 'Akdağ'dan kar bağışlamak' olarak sunmasın bize…
En kutsal hak, yaşama hakkıdır…
Diğer hak ve özgürlüklerin hepsi, yaşama hakkına bağlıdır…
***
17 Ağustos 1999 depremini hepimiz hatırlıyoruz…
Unutmak ne mümkün…
Felaketin sonrasında söylenenleri, verilen vaatleri, atılan nutukları da unutmadık…
3 ay, 5 ay, bir sene, belki iki…
Sonra her şeyi unuttuk…
Ve korkarım, büyük bir deprem felaketine kadar da unutmuş olmaya devam edeceğiz…
Belki de küçük yasal düzenlemelerle ve bunların uygulanmalarının denetlenmesiyle çözülecek sorunlar nedeniyle, olası büyük bir depremde yine on binlerce insanımızı yıkıntıların altından çıkartacağız…
Belki de çıkartamadan öylece bırakacağız…
Bu felaket içinde de en büyük tesellimiz o olacaktır ki, bir daha böyle bir şeyin yaşanmaması için her türlü önlem alınır…
Yoksa,
30 binden fazla canımızı yitirdiğimiz o günlerin unutulduğu gibi, 300 madenci de unutulup gider…