Sosyal bir yaşantının kahramanı olan insanoğlu ortaçağ karanlığından sonra medeniyeti benimseme sınavı vermiştir. Yaşadığı ortamın özelliklerini artık ihtiyaç haline gelen şartlarla da benimsemektedir. Günlük hayatın tanımını iş ve ev hayatı arasında geçen zaman süreçten çıkarıp medeni ihtiyaçlarla kaynaşmış bir hayat şeklinde geliştirilmiştir. Yaşanılan toplum yapısı saygı çerçevesinde gelişerek keyifli bir yaşam sürmeyi kolaylaştırmaktadır. İnsanlar daha çok anı yaşamak istemiyle yaşam kalitesini de yükseltmiş oldular. Bu çerçevede şekil olan özellikle şehirde yaşam, yöneticileri de aynı bilince sürüklemiş oldu. Karşılıklı gelişen bu süreç, yöneticilerin ve şehirlerin diğer dinamiklerinin de etkisiyle hızlanabildi. Avrupa'da merkezi yerleşim bölgelerin haricinde bizde olduğu gibi sorunlu kentler elbette var ancak önemli merkezlerin süregelen sorunları insan ve yöneticiler işbirliğiyle halledilir hale geldi. Talep edilen islerin yapılmasını beklemek yerine, yönetimin en önemli unsuru olabilen insan faktörü gelişimde birinci faktördür. İhtiyaçların renk değiştirmesi medeniyet ışığında gerçekleştiğinden zorlama olmadan hatta yaşanan süreç sistemin oturmasıyla sonuca ulaşmış olur. Şehir kavramı site kültüründen gelmektedir. Beraber yaşamanın kuralları, ortak hedefler ve yaşamsal medeniyet şekli sebebiyle şehirleşme yeni kültürel yapının kurulmasıyla temel almıştır. Yönetime olan destekle gelişen bu süreç, eğitim konusuyla da birebir ilgilidir. Üniversite ve kent gelişimi tarihsel süreçte de yer almıştır. İnsanın şehirde yaşaması ülke ekonomisinin yapısıyla da renk kazanan bir olgudur. Şans eseri ulaşılan bir sonuç olamayacağından coğrafi özelliğiyle de oluşsa bazı hareketliliklerin bunu medeniyet beşiği haline dönüştürme sanatı da ayrı bir konudur. İnsanı da şehir yeniden yaratabilir tıpkı insanların şehirleri yaratması gibi. Her kaldırım, her köşe başı, her park insanın özünü, özgürlüğünü ve yaşam tarzını temsil eder. Kültür oluşumu da bu şekilde devamlılık gösterir ve hayatta kalır. Yaşatılan değerler insanı daha değerli kılar ve yaşanılası zamanlar, mekanlarla şehirler doğar. Bu sürecin işleyişinde insanların da görev bilincinde olması gerekiyor. Sadece çalışanların değil aynı zamanda tüm insanların koruma ve besleme, yenileme bilinciyle şehri yaşaması gerekiyor. Hem çevre hem de insan faktörü olarak kullanım ve koruma bilinci doğru olmalıdır. İnsanlar sonuçta her anlamda aidiyet duygusuyla yaşamaya devam ettiğinden ,çevre olgusu artık da önemli. Mağaradan çıkan insanoğlu paylaşımcı zihniyeti o zamandan genetiğinde barındırırken şu anda bunu uygulamak zor olmamalıydı. Oturtulmaya çalışılan düzen kimlik arayışı ciddiyetinde yaşatılmalıdır. Aksi halde anlam kazanmak zorunda olan medeniyet beşikleri, siteler, modern şehirler gittikçe uzaklaşır. Daha önceden sıklıkla olduğu üzere yığınlar halini alırlar. Bina yığınları, altyapı eksikliğiyle çürümüşlük yığını ve umutsuzluk yığını…