Son günlerde ülkemizde yaşanan üzücü atmosferin içerisinde tartışmaya açılan bir konuda 'Aydınlar Aydınlarımız'. Toplumu üzüntüye boğan olaylar sonrasında ortaya çıkan bildiriler nedeniyle bilim adamlarının birçoğu hedefe konuldu soruşturmalar, takibatlar, üniversitelerden uzaklaştırmalar ardı ardına geldi. Peki bizim aydınlarımızla nedir sorunumuz? Toplumun yol gösterici olması gerekenler ile onlardan beklenti içerisinde olanların arasındaki açmaz nedir? Kim kimi anlamıyor? Farklı dünyaların insanları mıyız? Zannedersem Osmanlıdan bu tarafa gelen bir tartışma konusudur bu durum. Sadece batıyı çağdaş gören bir düşünce sistemi toplumun nasıl ilerlemesi gerektiğinin cevabını Batının üst yapısında arar ve bunun öncüsü aydınlar olursa işte şu an yaşamakta olduğumuz büyük açmaz karşımıza çıkar. Kabul etmemiz gerekir ki yaşamakta olduğumuz coğrafyada tarihsel süreç böyle işlemiş ve bugüne gelmiştir. Dönüşüme ihtiyaç duyulduğu söylenen her dönemde nedense batının üstyapısı direk olarak Türk toplumuna aktarılmaya çalışılmış bürokrasi buna inanmış aydınlarda onlara destek olarak sadece batının taklitçisi olabilmişlerdir. Sonuç halk ile aydın arasında uçurum!! Aydın taklitçi halk bu taklidi anlayamayan topluluklar haline gelmiş ve müthiş bir kültür, anlayış farkı ortaya çıkmıştır. Aydın kişi bağımsızdır ama aynı zamanda muhaliftir. Aydın kişi sorumludur toplumu ayrıştırma değil bir arada tutmak gibi bir misyonu olmalıdır. Aydın kişi toplumunun sadeleştiricisidir. Kafalardaki karışıklıkları gidererek doğruyu yanlışı haklıyı haksızı ayırt etmekte yol gösterici olmalıdır. Aydının en büyük özelliklerinden biriside cesur olması ve ilk hareket eden olmasıdır. ama tüm bu özellikleri taşıyarak kimliklerini ortaya koyan aydınlarımız şunu unutmamalıdırlar, bir şey yaparken toplum kültürünü düşünmeden hareket ederlerse şu dönemde olduğu gibi kimlikleri tartışılır hale gelebilir. Türk toplumunun hali aydını halkını halkı aydınını anlayamacak bir noktadadır. Bunun da nedenini kaanatimce yıllar önce Aziz Nesin özetlemiştir; 'Göçe göçe Batı'ya gelmişiz. Avrupa'ya pençemizi atıp bir parçasına tutunmuşuz. Bu yüzden işimize gelince Avrupalı, işimize gelince Asyalı oluveriyoruz. Son konağımıza konalı sekiz-dokuz yüzyıldan beri de
göçebelikten kurtulamamışız'. Türkçede «fiil»ler, «isim»lerden daha zengindir. Niçin? Binlerce yıldan beri göçen insanlar hep devini içinde (hareket halinde) olduklarından, zorunlu olarak, deviniyi anlatan «fiil»ler üretmişlerdir. Türkçe'de «isim»lerin de pekçoğu «fiil» kökünden üretilmiştir. Düşünmek için durmak, durağan olmak, yavaşlık gerekir. İnsan koşarken, hız ve hızlı devini içindeyken düşünemez ya da iyi ve yoğun düşünemez. Yerleşik toplumların dillerinde «isim»ler «fiil»lerden daha zengindir. «Fiil»lerin çoğu da «isim»lerden üretilmiştir. İşte sonuç budur. Düşünmeyen düşünemeyen bu nedenle birbirini anlayamayan birbirine yol gösteremeyen ve sürekli çözemediği sorunlarla boğuşan bir toplum.