Kamu iktisadi teşebbüslerinde ve diğer kurum ve kuruluşlarda çalışan yaklaşık 620 bin işçinin gözü kulağı Ankara’da yürütülen Kamu Çerçeve Anlaşma Protokolünün (KÇP) imzalanması için yapılan görüşmelerde.

Hükümetin teklifi Türk-İş ve Hak-İş tarafından kabul edilmiyor.

Uzun yıllar kamu sektöründe çalışan işçiler ve özellikle taşeron şirketlerde çalışırken sürekli işçi kadrosuna geçirilenler, ülkenin içinde bulunduğu zorlu ekonomik koşullar karşısında geçinebilecekleri bir ücret istiyor. Bu da KÇP’ye bağlı…

Peki Türkiye’de esas alınan örgütlenme modeli işkolu sendikacılığı iken, konfederasyonlar ile hükümet arasındaki imzalanacak olan bir protokol neden bu kadar hayati öneme sahip? Kamu işçileri neden dört gözle KÇP’nin imzalanmasını bekliyor?

Aslında KÇP bir toplu iş sözleşmesi hükmü değil… Konfederasyonlara üye sendikalar açısından –adı üstünde- “çerçeve” oluşturması gerekiyor. Herhangi bir bağlayıcılığı yok. Ancak sosyal medyada ve çeşitli iletişim kanallarında görüldüğü üzere toplu iş sözleşmeleri tamamıyla KÇP’ye endekslenmiş durumda.

Oysa KÇP’de taraf olan hükümet temsilcileri de konfederasyonlar da 81 ilde yer alan işletmelerdeki sorunları bilmiyor. Bu işletmelerde işin yürütülmesi, çalışma koşullarının düzenlenmesi, işçi-işveren ilişkilerine yönelik tüm düzenlemelerin yapılması, işletmelerin kendine özgüdür. İlgili kurum ve kuruluşlar ile işkolu sendikaları, emek sürecine de çalışma koşullarına da KÇP masasında yer alan temsilcilerin tamamından daha fazla hakimdir.

KÇP’nin gönüllülük temelli bir çerçeve niteliğinden ziyade zorunlu bir hüküm olarak ele alınması, işkolu sendikalarının fiili anlamda yetkisini sınırlandırmaktadır. Bu sendikalar, yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde taraf olmaktan çıkmakta, sadece sembolik olarak imzalayıcı durumuna düşmektedir.

İşkolu sendikaları, toplu iş sözleşmelerindeki özerk yapısını ve fiili yetkisini korumak istiyorsa KÇP’de yer alan hükümlerin üzerinde haklar elde etmek için mücadele vermelidir. Örneğin 2015 yılında Liman-İş Sendikası’nda uzman olarak çalışırken KÇP’nin “delindiğine” tanık olmuştum.

TCDD’ye ait limanlarda (o yıllarda Haydarpaşa, Alsancak, Derince ve Tatvan Feribot) uygulanacak olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde Liman-İş Sendikası yetkiliydi. Konfederasyonlar tarafından imzalanan KÇP, Liman-İş üyelerinin taleplerinin çok altında kalıyordu. Liman-İş Sendikası, TCDD yönetimi karşısında kararlı bir duruş göstererek KÇP hükümlerine bağlı kalmaksızın grev kararını aldı.

Grev günü geldiğinde görüşmeler sürüyordu, ancak sendika geri adım atmadı. Bakanlar, konfederasyon yöneticileri, çeşitli siyasiler devreye girmesine rağmen sendika kararından vazgeçmedi.

Grevin başlamasının ardından 4 saat geçti ve TCDD ile TÜHİS (işveren sendikası), sendikanın teklifini büyük ölçüde kabul etmek durumunda kaldı. Sonunda da toplu iş sözleşmesi imzalandı. Bu grev, kamu işçilerinin KÇP dışında haklar elde edebileceğini gösteren başarılı bir örnektir.

Ardından hükümet OHAL döneminde 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yapılan bir düzenlemeyle KÇP’yi bağlayıcı hale getirdi. Zaten Liman-İş’e benzer birkaç örnek dışında da KÇP fiilen bağlayıcıydı…

Anayasa Mahkemesi, 2023 yılında aldığı kararla KÇP’nin bağlayıcı olduğuna yönelik mevzuat hükmünü iptal etti. KÇP, yeniden bağlayıcı olmaktan çıktı ve sendikalara “toplu iş sözleşmesi yapma özerkliğini” sağladı!

Ama gel gelelim 2025 yılında KÇP, kamu işçileri için o kadar merkezi bir rolde ki Anayasa Mahkemesi kararının önemi olmadığı anlaşılıyor.

Geçtiğimiz aylarda yapılan bir toplantıda KÇP’nin bağlayıcı olmasını eleştirdiğimde, bir sendikanın genel başkanı “hocam AYM o maddeyi iptal etti” diyerek beni uyardı. Ben de AYM kararını biliyordum ve bu konuyu daha önce irdelemiştim aslında… Ancak KÇP’nin fiilen bağlayıcı olduğunu ve bunun dışına çıkacak bir uygulamanın beni yanıltabileceğini söyledim.

Bu düşüncemin hala arkasındayım. KÇP ne yazık ki fiilen bağlayıcıdır. Aksi yönde örnekler olup olmayacağını da ilerleyen süreçte göreceğiz.