13 Aralık Cuma günü Eskişehir’de hayati öneme sahip bir sempozyum gerçekleştirildi. Emek Partisi Eskişehir İl Örgütü tarafından düzenlenen Çevre Sempozyumu, basın ve kamuoyunun dikkatini çekti.
Son dönemde Eskişehir’in ilçelerinde nadir toprak elementi (NTE) ve siyanürle altın arama gibi madencilik faaliyetlerine karşı doğa ve yaşam savunucuları tarafından ciddi bir tepki bulunuyordu. EMEP’in düzenlediği Çevre Sempozyumu’nda tüm bu meseleler etraflıca masaya yatırıldı.
Konunun uzmanları birbirinden değerli sunumlar yaptılar. Bunun yanında açık kürsüde oluşan demokratik ortamda herkes görüşlerini serbestçe beyan etti. Her yönüyle dört dörtlük bir organizasyonu gerçekleştiren EMEP, Eskişehir’de halk için sorumluluğun nasıl alınması gerektiği konusunda örnek bir tavır sergiledi.
Jeoloji yüksek mühendisi ve tıbbi jeoloji uzmanı Dr. Eşref Atabey, nadir toprak elementlerinin ne olduğunu, insan sağlığına ve doğaya etkilerini somut örneklerle anlattı. Konunun uzmanı olmayan, ortalama bir yurttaşın anlaması mümkün bir şekilde konuyu ustalıkla aktaran Atabey, NTE’lerin insan sağlığına zararları konusunda nokta atışı tespitlerde bulundu.
Ardından metalürji yüksek mühendisi Cemalettin Küçük, etkili ve interaktif bir sunum gerçekleştirdi. Küçük, teknolojik dönüşümün sermaye tarafından insan sağlığı aleyhine şekillenmesine yönelik eleştirilerde bulundu. Madencilik faaliyetlerinin yarattığı tahribatın insanlığa büyük bir ihanet olduğunu belirtti.
Açık kürsü bölümünde, Küçük’ün sorduğum bir soruya verdiği yanıtsa konuya dikkat çekmek açısından çok çarpıcıydı. NTE işletmeciliğinin emperyalist tekeller veya “yerli ve milli” burjuvazi tarafından yapılmasının teknik açıdan farkı olup olmadığı yönündeki bilgi kirliliğine yönelik bir soru yöneltmiştim. Küçük, o kadar net ve çarpıcı bir biçimde dedi ki “Rahmetli babam Mustafa Murtaza Küçük mezarından dirilip bu işi yapmaya kalksa, ona da şiddetle karşı çıkarım!”
Küçük, ayrıca dünya üzerinde yeterince altın bulunduğunu ve bugün altın çıkarma çalışması yapmanın hiçbir mantığı bulunmadığını şu sözlerle ifade etti: “Bugün biz yerin altını kazıp altını çıkarıyoruz, sonra saklamak için yeniden gömüyoruz.”
Cemalettin Küçük’ün görüşleri, son derece samimi, net, kararlı ve açıktı. Gerçekten de NTE veya altın madenciliği gibi faaliyetler, dünyadaki ve Türkiye’deki emsal örneklerin tamamında tecrübe edildiği üzere, sermayenin doğaya ve yaşama karşı en büyük saldırıları arasındadır. Sempozyumdaki konuşmacılardan EMEP Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak’ın kapitalizmin çevre ve tarımda yarattığı tahribata ilişkin değerlendirmelerine katılmamak elde değil…
Doğa ve yaşam savunuculuğu konusundaysa birleşik ve örgütlü mücadele olmazsa olmaz! Çevre konusuyla ilgilenen usta gazeteci Özer Akdemir’in sempozyumda, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden verdiği direniş örnekleri de bunu açıkça gösteriyor.
Sempozyumun son bölümündeki açık kürsüde, yine çarpıcı bir konuşma da emekli bir öğretmen tarafından yapıldı. NTE işletmesinin planlandığı Kızılcaören köyünde 1976 yılında öğretmenlik yapan katılımcı, o yıllarda köydeki 7-8 yaşlarındaki çocukların dişlerinin sapsarı olduğunu, insanların çok erken yaşlandığını, ortalama 45-50’nin yaşlı kategorisinde yer aldığını belirtti. Dr. Eşref Atabey, emektar öğretmenin verdiği örnekteki çocuklardaki diş sararmasının, içme suyundaki florürden kaynaklandığını ifade etti. Toprakta ve suda yaratılan tahribatın nesiller boyu kalıtsal problemler doğurduğunu belirtti.
Sonuç olarak sempozyum hem katılım hem de içerik yönünden oldukça verimliydi. Bir sosyal bilimci olarak normal şartlar altında erişmenin zor olduğu teknik bilgilere, çok değerli sunumlar sayesinde erişebildim. İktisadi ve siyasi açıdan doğaya karşı girişilen tahribat girişimlerinin teknik boyutunu gayet net bir şekilde görebildim. Bu saldırılara karşı birleşik ve bütünleşik bir mücadele dışında kalan hiçbir yolun geçerli olmayacağı konusundaki görüşlerim, teknik bilgilerle desteklendi.
Son olarak belirtmeliyim ki NTE işletmeciliğinin, Enerji Bakanı’nın dediği gibi “milli menfaatler doğrultusunda” yapılması mümkün değildir. Trump ile görüşme sonrasında gündeme gelmesi, konunun politik boyutunu zaten gösteriyordu. Teknik boyutuysa bu işin sakıncalarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Üretici köylüler, emekçiler, araştırmacılar, basın ve ilgili herkesin, bu mücadelenin öznesi olarak yer alması tarihsel bir sorumluluktur.