Covid-19 salgınında ciddi sağlık sorunları yaşamadıkları düşünülen çocuklar, aslında salgının 'görünmeyen' en büyük mağdurları oldular.
Her yaştan ve her ülkeden çocuklar, salgının sosyoekonomik yıkımları ile doğrudan hırpalanırken; bazı durumlarda salgına karşı alınan 'plansız, öngörüsüz, aceleci' önlemlerden de olumsuz etkilendiler.
Bu süreçte, çocukların gelecekteki yaşam çizgilerini belirleyecek kadar kalıcı etkiler bırakacak olumsuzluklardan birisi de 'çocuk işçiliği' sayısının hızlı tırmanışa geçmesi oldu.
Birleşmiş Milletler, dünyada gittikçe artan çocuk işçiliğine karşı farkındalık yaratmak amacıyla 12 Haziran gününü, Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü; 2021 yılını da Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Yılı ilan etmişti.
Uluslararası toplumu, çocuk işçiliğini sona erdirmeye yönelik çabaları artırmaya çağırarak küresel düzeyde bir hareket başlatmayı amaçlayan bu girişimler; 'ne yazık ki'; Türkiye'nin 'puslu ve karanlık derin vadilerinde(!)' yaşanan tartışmaların gölgesinde kaynayıp gidiyor.
ÇOCUK AMA İŞÇİ!...
Çocuk işçiliği, çocuklara, fiziksel, zihinsel, ahlaki açıdan zarar veren ve onları eğitimden yoksun bırakarak zedeleyen, istismar eden; çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan bir çalıştırma biçimidir.
Çocuk emeğinin sömürüsüne dayanan 'çocuk işçiliği'; çocukları fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal yönden olumsuz etkilediği gibi; en temel hakları olan sağlıklı yaşama ve gelişme hakkı ile eğitim alma hakkını da engellemektedir.
Türkiye'nin de onayladığı Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 1. maddesi, 18 yaşından küçük herkesi 'çocuk' olarak tanımlamaktadır. Ancak, son yıllarda yapılan bazı düzenlemelerde 'asgari yaş' ve benzer kavramların sınırları zorlanarak belirli yaşlardan itibaren çocukların çalışma yaşamına dahil edildikleri gözlenmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından ortaklaşa hazırlanan rapora göre; dünya genelinde çocuk işçi sayısı 2020 başında, dört yıl öncesine göre 8,4 milyon artışla 160 milyona yükselirken,79 milyon çocuğun çok ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırıldığı belirlendi.
ILO' ya göre; salgının toplumlarda yarattığı çok yönlü vurgunlar nedeniyle 2022 sonuna kadar çocuk işçi sayısının en az 9 milyon daha artacağı tahmin ediliyor. TÜRKİYE'DE DURUM;
TÜİK verilerine göre; 2019 yılında Türkiye'de 5-17 yaş grubundaki çocuk işçi sayısı 720 bin olarak açıklandı. Ancak, TUİK çalışmaları Ekim, Kasım ve Aralık aylarında yapıldığı için tarımda çalışan çocuk işçileri kapsamamakta; göçmen çocuk işçilerin ve çocuk işçiliğin bir biçimi olan çırakların sayısı da resmi rakamlara dahil edilmemektedir.
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi ve 'örtük amaçlı, zorunlu tercihli (!)' eğitim politikaları çocukların örgün eğitimin dışına itilmesini hızlandırmış, ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almalarını kolaylaştırmıştır. Bu gerçeğin üzerine mülteci çocuk işçiliğinin binmesiyle sorun çok daha büyük boyutlara ulaşmıştır.
Salgın sürecinde kırılgan nüfusun yaşadığı iş ve gelir kayıpları, okulların uzun süreli kapalı tutulması, vahşi kapitalizmin ucuz çocuk emeğinden yararlanma arzusu ile birleşince okullarını terk eden çocukların sayısı hızla artmıştır.
İşçi sendikalarının yaptıkları çalışma raporlarını incelediğimizde; Türkiye'de gerçek çocuk işçi sayısının 1 milyonun oldukça üstünde olduğu anlaşılıyor.
Çocuk işçiliği temelde bir insan hakları sorunudur. Çocukların tüm haklarının korunması ise sosyal devletin anayasal yükümlülüğüdür.
Kısa süreli projeler ve geçici müdahaleler, salgının büyüttüğü bu 'görünmeyen' toplumsal yıkımı sadece geçici olarak gizler. Çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik atılacak adımlar uluslararası sözleşmelere uygun, tüm kurumları kapsayacak nitelikte, bütünlüklü bir çocuk işçiliğiyle mücadele politikasını yaşama geçirerek başarılı olabilir. Unutmayalım ki;
'İnsanlık çocuklara elindekilerin en iyisini vermekle yükümlüdür.'