Sultan II. Abdülhamid’in “Hal” Edilmesi
21 Eylül 1842’de dünyaya gelen Abdülhamid, 31 Ağustos 1876’da iflas eden bir imparatorluğun başına geçti.
Babası Tanzimat Fermanı’nı ilan eden Sultan Abdülmecid’dir. 1861 yılında vefat eden Abdülmecid yerine amcası Abdülaziz tahta çıkar. Bu gelişme sonrası abisi Şehzade Murat veliahtlığa, Abdülhamid de 2. varisliye gelir.
30 Mayıs 1876 yılında Sultan Abdülaziz askeri bir darbe ile tahtan indirilir ve yerine V. Murat geçirilir. Fakat V. Murat’ın da delirdiği gerekçesi ile “hal” edilir yani tahttan indirilir ve yerine, 31 Ağustos 1876’da II. Abdülhamit tahta çıkartılır.
Tabii bu darbelerin başında Mithat Paşa vardır ve II. Abdülhamid onu Sadrazam makamına getirir. Bu Mithat Paşa’nın 2. sadrazamlığıdır.
Mithat Paşa, Kanun-u Esasiyi (ilk anayasayı) hazırlayan kurulun başkanlığını yapmıştır. Bazı tarihçiler Mithat Paşa’nın kafasında esas olarak Cumhuriyet fikrinin hep olduğunu, hatta Cumhurbaşkanı olmak istediğini, bu yüzden kendisine bağlı bir milis kuvveti oluşturduğunu da söylerler.
Bazı tarihçiler ve yazarlar, II. Abdülhamit’in tahta çıkmadan önce, Kanun-u Esasiyi ilan edeceğine dair Mithat Paşa’ya yazılı taahhüt vermek koşuluyla tahta çıkartıldığını iddia ederler.
II. Abdülhamid’in Mithat Paşa’ya verdiği iddia edilen belgenin (Maslak Ahitnamesi) İngiltere’de olduğu söylense de, bu belgeye bu güne kadar ulaşılamamıştır.
Aslında, II. Abdülhamit’in tahtta belli pazarlıklar sonucu çıkabildiği kanısı yaygındır.
Mithat Paşa’ya göre II. Abdülhamit profili düşük bir kişiydi ve onu istediği gibi yönlendirebileceğini düşünüyordu. Oysa yanılıyordu. II. Abdülhamit bir an önce ondan kurtulmanın yolu olarak, onu ortadan kaldırtmak olmuştu. Bu yanılgının bedelini Mithat Paşa canı ile ödemiş oldu.
II. Abdülhamid tahta çıktığında kendi cebinden 60 bin altın cülus dağıtmıştır.
II. Abdülhamid 23 Aralık 1876’da, Jön Türklerin ve büyük Avrupa devletlerinin baskısı sonucunda I. Meşrutiyeti ilan ederek Kanun-u Esasiyi ilan etmişti. Ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı yenilgisini bahane ederek meclisin kapanması ile I. Meşrutiyeti sonlandırdı.
Aslında I. Meşrutiyet padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyor, sadece parlamenter sisteme geçme deneme çalışmaları ve deneme çabaları vardır.
…
31 Mart gerici ayaklanması başlamış, Sadrazam padişahın sarayına sığınmış, ordu komutanı firar etmiş ve ordu başsızdı. Sokakların hâkimi isyancılardı.
II. Abdülhamid’in sarayındaki yaverler, haremağaları, kâtipler ve hizmetkârların büyük bölümü kaçmıştı. Sultan Abdülhamid şehzadeleri ve hanımlarıyla beraber yapayalnızdı. Öyle ki, aç kalınca, Harekât Ordusu askerlerinden ekmek istemek zorunda kalmışlardı.
33 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten Abdülhamid artık çok yaşlıydı. Olaylara müdahale edemez hale gelmişti. İsteseydi emrindeki 1. Ordu ile isyanı bastırabilirdi, bunu yapmadı, çünkü isyancılar aynı zamanda “çok yaşa padişahım” sloganı da atıyorlardı. Ama bilmiyordu ki, isyancılar başarılı olursa onu zaten hemen tahtan indirecekler ve Prens Sabahattin’i sultan yapacaklardı.
25 Nisan 1909 tarihinde Harekât Ordusu’nun öncü birlikleri İstanbul’a girdi. 26 Nisan Pazar günü İstanbul içlerine girer girmez şiddetli, silahlı çatışmalar başladı.
27 Nisan Salı günü Harekât Ordusu, İstanbul’u isyancılardan temizledi. Devletin iki ayrı ordusu birbirine karşı savaşmış ve binlerce asker ve isyancı ölmüştü ve gerici ayaklanma bastırılmıştı. 70 kişi idam edilmiş, 420 kişi de çeşitli cezalar almıştı.
31 Mart gerici ayaklanması bastırıldıktan sonra, İstanbul Ayastefanos (Yeşilköy) Kasabası’nda toplanan mebus ve ayanlar, şiddetli tartışmalardan sonra tarihin akışını değiştirecek önemli kararlar aldılar.
Bu kararlar içinde en önemlisi, İttihatçıların baskısıyla alınan Sultan II. Abdülhamit’in “hâl” edilmesi kararıydı.
“Hâl” edilmek; hükümdarlık hakkını elinden alıp tahtan indirilmek.
“Hâl” kararı, bir mebus hariç (Rum asıllı Yorgiyadis) diğer tüm mebus ve ayanların kararı ile alınmıştı.
“Hâl” kararı da bir fetvaya dayandırılıyordu. Fetvaya göre II. Abdülhamid üç suç işlemişti. 31 Mart olaylarına sebep olmak, Kuran yaktırmak ve israf (ziyan) yapmak.
31 Mart olaylarına (gerici ayaklanma) müdahale etmediği hatta göz yumduğu; bugün halen tarihçiler tarafından tartışılmaktadır. Kuran yakma meselesi ise doğru değildir. Cimriliği ile tanınan II. Abdülhamid’in israf (ziyan) yaptığı ise çok inandırıcı değildi.
27 Nisan 1909’da, “hâl” kararı, Sultan II. Abdülhamid’e bir heyet ile tebliğ edildi. Abdülhamid, iktidarı ele geçirmek ve iktidarda kalma oyunlarını çok iyi bilmesine rağmen, ileri yaşın verdiği yorgunlukla her şeyi olayların akışına bırakmıştı.
Kararı hüzünlü bir şekilde dinleyen II. Abdülhamid, heyete, İstanbul’da Çırağan Sarayında kalmak istediğini bildirse de, bu isteği kabul edilmemiş ve Selanik’e sürgün kararı verilmişti. Çünkü devrik bir padişahın İstanbul’da kalması ittihatçılara göre doğru değildi.
II. Abdülhamid 33 yıl oturduğu Yıldız Sarayı’ndan aynı günün gecesinde apar topar çıkartılarak özel bir trenle İttihatçıların başkenti olan Selanik’e gönderildi ve II. Abdülhamid dönemi sonra erdi. Osmanlı tahtına I. Veliaht Reşad Efendi sultan olarak oturtuldu.
…
Sultan II. Abdülhamid
33 yıl önce, II. Abdülhamid’in 31 Ağustos 1876’da tahta çıkmadan önce, amcası Sultan Abdülaziz, 30 Mayıs 1876’da bir darbe ile tahttan indirildi, yerine V. Murat getirildi. Akli dengesi bozuk diye 93 gün sonra fetva ile tahtan indirildi ve yerine II. Abdülhamid tahta oturtuldu. Tabii bu arada tahtan indirilen amcası Abdülaziz, bilekleri kesik şekilde ölü bulundu.
II. Abdülhamid için, bunca olaylardan sonra bile tahta oturmak kolay değildi. Dönemin güçlü sadrazamı Mithat Paşa ve dönemin aydınlarına meşruti bir yönetim ve yeni bir anayasa sözü vermesi gerekiyordu ve bu sözleri verdi ve tahta oturdu.
Ancak 2 yıl sonra, iktidarını perçinledikten sonra verdiği bütün sözleri unutarak ve meclisi kapatarak istibdat (baskıcı) bir rejimi kurarak mutlakiyetçi bir yönetimle Osmanlı Devleti’ni 33 yıl yönetti.
Savaşlar nedeniyle devletin mali yapısı çökmüş, Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) devletin gelirlerine el koymuş, halk yoksullaşmış ve ülke yönetilemez hale gelince yeni bir yol ve çıkış bulmak için 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştı.
II. Meşrutiyetin ilanı yeni modern bir dönemin başlamasına öncülük ederken, iktidarı ve gücü paylaşmak isteyen yeni nesillerin de iktidar mücadelesine de öncülük etmiştir.
Kendi içinde iktidar mücadelesine giren bu nesiller dış dünyadaki bilim, sanat ve demokrasi alanındaki gelişmeleri kaçırmış ve olayları tam olarak kavrayamamış oldular. Ki bu yüzden günümüzde bile halen bunun sancıları devam etmektedir.
…
Tarihçi İlber Ortaylı bu dönemi kısaca şöyle özetliyor.
“33 Yıllık saltanatın içinde Anadolu toprakları demiryolu, okul, hastane gördü; tarım gelişti. Öbür yandan sansür, siyasi baskı da birlikteydi. Muasır Rusya’nın aksine siyasi idamlar tatbik edilmedi ama otokritik bir baskı da hissediliyordu”
…
“Elbette, II. Abdülhamit döneminin bir modernleşme ve hızlı bürokratik ihtisas dönemi olduğunu söylemek zorundayız, fakat korkunç bir otoriter rejim kurulması, polis rejiminin gelmesi ve daha kötüsü halkın inisiyatifine güvenilmemesi söz konusudur…”
-son-
Kaynaklar: Hakan Akpınar-Enver’in Adamları, İlber Ortaylı