Geçtiğimiz günlerde bir makale çıktı karşıma…

Makalenin adı,

‘Eskişehir’in Kültür ve Edebiyat Elçileri: Şairler ve Eskişehir’

Yazarı,

Prof. Dr. Medine Sivri

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölüm Başkanı…

Yayın, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

Yayınlanma tarihi Kasım 2013…

Yani bugünden 12 yıl önce…

Prof. Dr. Medine Sivri, makalesinde Eskişehir’de iz bırakmış çok sayıda sanatçının ismini anarken;

Enis Batur, Erol Büyükmeriç, Sennur Sezer, Rahmi Emeç, Ekrem Budak ve Haydar Ergülen’in şiirlerinde Eskişehir izlerini arar…

Onların şiirlerindeki Eskişehir algısının ve izlerinin nasıl oluştuğunu bulmaya çalışır…

Oldum olası Eskişehir’in romanlarda, öykülerde ve özellikle de şiir ve sinemada nasıl anlatıldığını merak ederim…

Her sanatçının belleğinde farklı imgelemler bıraksa da Eskişehir; tren gibi, simit ayran gibi, Sıcaksular gibi ortak noktalarda nasıl buluştuklarını, nasıl selamlaştıklarını hep merak etmişimdir…

Yukarıda isimlerini saydığım altı şairden de söz etmek isterdim, ancak bir köşe yazına sığdırmak olanaklı değil…

O nedenle bu köşe yazısında;

Sayın Prof. Dr. Medine Sivri’nin de izinleriyle Enis Batur ve Eskişehir bölümünden alıntılar yapacağım…

***

Prof. Dr. Medine Sivri diyor ki;

‘Sevinç Yeşiltaş’ın TRT II’ye hazırladığı yazarlar ve kentlerin anlatıldığı “Güzergâh Edebiyat” adlı program için Enis Batur’un koşulsuz tercihi, doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Eskişehir olur. Bu programla Batur uzun zamandır ayrı kaldığı şehre adeta bir dönüş seferi düzenler ve kendi hayatını bir kazıbilimci gibi katman katman yeniden su yüzüne çıkarır. Bu belgesel çekimleri Enis Batur’u yeniden çocukluk günlerine ve anılarına götürür. Şehirlerarası trenlerin sürekli gurbet taşıdığı, okula gitmek için her sabah kara kışta bile yürümek zorunda kaldığı istasyon ve caddesi, ilk evlerinin olduğu “Yukarı Mahalle”, istasyonun tam karşısındaki okuduğu Dumlupınar İlkokulu, Defterdar Caddesi’nde oturduğu iki katlı kırmızı evin üst katı, Kılıçoğlu Sineması, Asri Sinema, Köprübaşı, Odunpazarı, bisikletiyle gezdiği sokaklar… Belki de eserlerinde yoğun olarak işlediği tren, gar ve istasyon imgelerinin kökeni, çocukluğunu geçirdiği ilk yıllardaki bu gar, istasyon ve tren üçlüsünün yer aldığı mahallededir.’

Enis Batur diyor ki;

“Yıllardır iki şehir arasında, İstanbul ve Paris, bölünmüş, yaşıyor ve yazıyorum. Yolculuklarım, yakın, uzak pek çok ülkeye, kente, noktaya savuruyor beni. Belgesel çekimi için Eskişehir’de karar kıldıysam, doğduğum, çocukluğumu geçirdiğim o kent beni rahim duygusuyla kendisine bağladığı, hicret duygusuyla dibimde sızlattığı için. Her şey orada bitmeyecek belki, gelgelelim, her şeyin, benim hayatımda, orada başladığı, biçim aldığı, bugünüme yarınıma yön verdiği apaçık ortada: Benim, Zaman ve Mekân içinde parçalanışımın kökü Eskişehir topraklarına iniyor.”

Sonra yine Prof. Dr. Medine Sivri’nin anlatısına dönelim…

Enis Batur’un eskiye bir hayranlığı vardır ve eski dokuyu değiştiren her şeye de bir kızgınlığı. Eski mahallesinin fotoğrafını çekmesini isterler ondan program için, o fotoğraf çekmeye gittiğinde yaşadığı hayal kırıklığını şöyle dile getirir.

“Elimde fotoğraf makinem, eskiden mahallemin, evimizin bulunduğu kesitteki mahalleye, apartmanlara bakakalıyorum bir süre: Tek bir iz kalmamış o günlerden, ne ev, ne de bahçe, komşu evlerin yerini bloklar almış, fabrikanın yerinde bir otopark, Kanatlı ailesinin üç villası durmasaymış, yalnızca Porsuk’u kerteriz almak gerekecekmiş. Fotoğraf çekmemi istiyorlar, senaryo öyle kurulmuş. İyi ama ‘ne’yin fotoğrafını çekebilirim burada, bir kayboluşun, hepten kaybolmuşluğun fotoğrafını mı? Zaman, uzamı böylesine silebilir ancak.”